Kazanmak için ufak bir şansımız var.
- We have small chance to win.
Tom, Boston'dan çok uzak olmayan ufak bir kentte doğdu.
- Tom was born in a small town not too far from Boston.
Benim odam çok küçük.
- My room is very small.
Yakınlardaki küçük bir kasabada yaşıyordu.
- He lived in a small town nearby.
Evimin arkasında küçük bir gölet var.
- There is a small pond in back of my house.
Tom otelin arkasındaki küçük restoranda yemek yemek istedi.
- Tom wanted to eat at the small restaurant behind the hotel.
Ne kazandığın patronun maaşı ile karşılaştırıldığında ufak tefek şey.
- What you make is small potatoes compared to the boss's salary.