Uçak kalkış noktasındaydı.
- The plane was on the point of taking off.
O güzel uçlu bir kurşun kalem kullanır.
- He uses a pencil with a fine point.
Bu göl bu noktada en derin.
- This lake is deepest at this point.
Dördüncü olarak, benim ilk üç noktam yoktur.
- Fourthly, my first three points do not exist.
Bugün Dow Jones ortalama iki puanlık artış ilan etti.
- The Dow Jones average posted a gain of two points today.
Biz iki puanla kaybetti.
- We lost by two points.
İnsanları parmakla göstermek toplumsal açıdan kabul edilebilir bir şey değildir.
- It is not socially acceptable to point at people.
İnsanları parmakla göstermek terbiyesizlik.
- It's bad manners to point at people.
İnsanları işaret etmek kalabalıktır.
- It is rude to point at people.
Başka insanların hatalarını işaret etmekte belli bir zevk var.
- There is a certain pleasure in pointing out other people's errors.
Ben o konuda zorunlu olarak seninle aynı fikirde olamam.
- I can't necessarily agree with you on that point.
Ben o konuda seninle aynı fikirde değilim.
- I differ from you on that point.
Cevap ana fikirden uzaktır.
- The answer misses the point.
Tom dağlara doğru işaret etti.
- Tom pointed towards the mountain.
O, parmağıyla onu işaret etti.
- She pointed her finger at him.
O silahı bana doğrultmak istemiyorsun.
- You don't want to point that gun at me.
Kusura bakmayın ama, onların her ikisinin mantıklı amaçları var.
- With all due respect, I think they both had valid points.
Onu yapmada amaç nedir?
- What's the point in doing that?
Ben konuyu vurguladım.
- I stressed the point.
Bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to stress this point.
Ben o hususta size katılamam.
- I can't agree with you on that point.
Bu hususta uzlaşmaya varmak zorunda kaldım.
- I had to compromise on this point.
İngilizcede, virgül yerine bir ondalık nokta kullanırız.
- In English, we use a decimal point instead of a comma.
O, suçlarcasına parmağını ona gösterdi.
- She pointed her finger at him accusingly.
Tom Mary'ye hatalarını gösterdi.
- Tom pointed out Mary's mistakes.
Tom arka kapıyı işaret etti.
- Tom pointed to the back door.
Tom parmaklarını şakırdattı ve kapıyı gösterdi.
- Tom snapped his fingers and pointed to the door.
Başkalarını işaret etmek kabalıktır.
- It is rude to point at others.
İnsanları işaret etmek kalabalıktır.
- It is rude to point at people.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
Onun söylediği kısa ve isabetliydi.
- What he said was brief and to the point.
Bunu yapmanın ne yararı var?
- What's the point in doing this?
O, işinin yararsız olduğunu düşünüyor.
- She thinks her job is pointless.
Bir kişinin bir şeye bakma tarzı onun durumuna bağlıdır.
- One's point of view depends on the point where one sits.
Bir avukatın zor bir durumda küçük konularda bile her taşın altına bakması ve aynı konuda sonuca ulaşmak için ısrarla belirtmesi önemlidir.
- It is important that a lawyer should leave no stone unturned even on minor points and harp on the same subject to achieve a break through in an impasse.
Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.
- Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point.
Tom yere işaret etti.
- Tom pointed to the ground.
Cevabı çok isabetliydi.
- His answer is to the point.
Onun konuşması kısa ve isabetliydi.
- His speech was short and to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Normal şartlar altında, suyun kaynama sıcaklığı 100 santigrat derece.
- Under normal conditions, the boiling point of water is 100 degrees Celsius.
Bu son derece önemli bir konu.
- This is an extremely important point.
Burada olmamızın nedeni ne?
- What's the point of us being here?
Senin hatalarını belirttikleri nedeniyle düşmanlarını sev.
- Love your enemies, for they point out your mistakes.
Hayat zalim; fakat anlamsız değil.
- Life is cruel but not pointless.
Konuyu anlamamış gibi görünüyor.
- He seems to have missed the point.
Bakış açına hepimiz ilgi duyardık.
- We'd all be interested in your point of view.
Ben özellikle bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to emphasize this point in particular.
Öğretmen özellikle o noktaya vurgu yaptı.
- The teacher particularly emphasized that point.
Bence asıl meseleyi gözden kaçırıyorsunuz.
- I think you're missing the point.
O gerçekten mesele değil.
- That's not really the point.
Bu konuda Tom pek de haksız sayılmaz.
- Tom has a point here.
It's rude to point at other people.
UK An electric power socket.
If he asks for food, point him toward the refrigerator.
cricket A fielding position square of the wicket on the off side, between gully and cover.
His letter was short and to the point.
... Now, you point out, well, we're putting some back; we're going to give a better prescription ...
... Or look at it from Alex Rodriguez's point of view. ...