Neredeyse kusursuz cinayetti: Biz, olay yerine geldik, bagajı açtık, adamı öldürdük ve izleri temizledik, ama biz cesedi gizlemeyi unuttuk.
- It was almost the perfect crime: we arrived at the scene, opened the trunk, killed the man and cleaned up the prints, but we forgot to hide the body.
O kelime onu mükemmel şekilde açıklıyor.
- That word describes it perfectly.
Kız kardeşim mükemmel görüşe sahiptir.
- My sister has perfect vision.
Tom kusursuzca sakin durdu.
- Tom stood perfectly still.
Bu rapor kusursuz değil.
- This report is not perfect.
Hayali gitar becerilerini mükemmelleştirmek için saatler harcadı.
- He spent hours perfecting his air guitar skills.
Her şey dört dörtlük olmalı.
- Everything must be nothing less than perfect.
Pozisyonunuzu tamamen anlayabiliyorum.
- I can understand your position perfectly.
Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
- I assure you Tom will be perfectly safe.
Kusursuzluk diye bir şey yoktur.
- There's no such thing as perfection.
perfect an appeal; perfect an interest; perfect a judgment.
Practice makes perfect.
You're perfectly normal.
- You are perfectly normal.
He is a perfectionist.
- He's a perfectionist.
... Maybe if they believe data must be perfect, otherwise ...
... 500 million Indians is going to be a perfect citizen. ...