Tom seems hesitant to do that.
- Tom onu yapmak için tereddütlü görünüyor.
I'm a little hesitant about going there by myself.
- Oraya tek başıma gitmek hakkında biraz tereddütlüyüm.
His hesitation made me doubt.
- Tereddütü beni şüpheye düşürdü.
He sold his own car without hesitation.
- O, hiç tereddüt etmeden kendi arabasını sattı.
He wavered between going home and remaining at work in the office.
- Eve gitmek ve ofiste işte kalmak arasında tereddüt etti.
Tom's confidence is wavering.
- Tom'un güveni tereddütlü.