tepesinde

listen to the pronunciation of tepesinde
التركية - الإنجليزية
on top of

Whenever I'm on top of a mountain, I feel grateful. - Ne zaman bir dağın tepesinde olsam kendimi minnettar hissediyorum.

Tom was feeling on top of the world after getting a promotion. - Tom bir terfi aldıktan sonra kendini dünyanın tepesindeymiş gibi hissediyordu.

on the top

There on the top of a high mountain they built a small town of their own and lived in peace. - Orada yüksek bir dağın tepesinde kendilerine ait küçük bir kasaba inşa ettiler ve huzur içinde yaşadılar.

There was a tower on the top of the mountain. - Dağın tepesinde bir kule vardı.

over
up
atop

There is a shrine atop the mountain. - Dağın tepesinde bir tapınak vardır.

tepe
hill

When I have finished writing the letter, I will take you to the lake about two miles beyond the hill. - Ben mektubu yazmayı bitirdiğimde, seni yaklaşık olarak tepenin iki mil ötesindeki göle götüreceğim.

The person with the dog was so slow on the hill. - Köpekli birisi, tepede bayağı yavaştı.

tepe
peak

Mount Everest is the world's highest peak. - Everest dağı dünyanın en yüksek tepesidir.

Can you see that mountain with the snow-covered peak? - Tepesi karla kaplı olan şu dağı görebiliyor musun?

tepe
top

We climbed to the top of Mt. Fuji. - Fuji

She's too short to reach the top. - O, tepeye ulaşamayacak kadar çok kısa.

tepesinde bulunmak
top
tepesinde bitmek
1. to bedevil (someone) a lot, harass, badger, or bug (someone) to death. 2. to appear suddenly before (someone) or at (someone's) side
tepesinde boza pişirmek
(Dilbilim) be on at
tepesinde boza pişirmek
to make (someone) very uncomfortable; to crack the whip over (someone's) head; to make it rough for (someone)
tepesinde havan dövmek
1. (for people upstairs) to disturb (people downstairs) by making noise, try to bring the ceiling down on (those living downstairs). 2. stubbornly to refuse to let (someone) forget something, continually to remind (someone) of something. 3. constantly to pester (someone) about something
tepesinde olmak
(deyim) be on someone's back
tepe
{i} tip

It's the tip of the iceberg. - Bu, buzdağının tepesi.

That's only the tip of the iceberg. - O sadece buz dağının tepesi.

tepe
{i} ridge

The tower occupied a prominent spot on the ridge. - Kule tepede önemli bir yer işgal etti.

tepe
hood
tepe
{i} head

He fell head over heels into the water. - O suya tepetaklak düştü.

He looked at her from head to foot. - Tepeden tırnağa ona baktı.

tepe
{i} fell

He fell head over heels into the water. - O suya tepetaklak düştü.

The boy next door fell head first from a tree. - Komşunun çocuğu bir ağaçtan tepe üstü düştü.

tepe
{i} rise
tepe
comb

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

The beautiful maiden sat on the top of the rock and combed her golden hair in the sunshine. - Güzel genç kız kayanın tepesine oturdu ve güneşte altın rengi saçlarını taradı.

tepe
jebel
tepe
brow
tepe
djebel
tepe
corona
tepe
mound
tepe
tuft
tepe
topping
tepe
mount

At last, they reached the top of the mountain. - Sonunda, onlar dağın tepesine ulaştı.

Mount Everest is the world's highest peak. - Everest dağı dünyanın en yüksek tepesidir.

tepe
crest

The surfer tried to ride the crest of the wave. - Sörfçü dalganın tepesinde gitmeye çalıştı.

tepe
{i} down

He never looks down on poor people. - O, fakir insanlara asla tepeden bakmaz.

He never looks down upon others. - O, asla diğerlerine tepeden bakmaz.

tepe
crown
tepe
topknot
tepe
{i} roof

Dan jumped onto the roof of a passing train. - Dan geçen bir trenin tepesine atladı.

tepe
vertex
tepe
the hill
ağacın tepesinde
up the tree
cinleri tepesinde olmak
be on the rampage
siniri tepesinde
as cross as two sticks
siniri tepesinde olmak
be on the rampage
sinirleri tepesinde olmak
to be in a bad mood
tepe
(Konuşma Dili) the space right beside one: Tepemde dikilme öyle! Don't stand here breathing down my neck!
tepe
apex
tepe
crown, topmost part (of one's head)
tepe
crest, crown (of a bird)
tepe
height

I just finished reading Wuthering Heights. - Ben Uğultulu Tepeler'i okumayı yeni bitirdim.

I just finished reading Wuthering Heights. - Ben sadece Uğultulu Tepeler'i okumayı bitirdim.

tepe
(Matematik) vertex
tepe
eminency
tepe
eminence
tepe
hump
tepe
cap
tepe
hill; top; summit, peak; crest
tepe
top, top part: ağacın tepesinde at/in the top of the tree/on top of the tree
tepe
apical
tepe
(Hukuk) climax
tepe
dome
tepe
knap
tepe
(Anatomi) collis
tepe
sinciput
tepe
barrow
tepe
eminencecy
التركية - التركية

تعريف tepesinde في التركية التركية القاموس.

Tepe
kaban
Tepe
(Osmanlı Dönemi) TÂR
tepe
Bir şeyin en üstteki bölümü
tepe
Başın üst, kafatasının iki kulak arasında kalan bölümü
tepe
Bir şeyin en üstteki bölümü: "Pencere önünde dimdik durmuş, kocaman ağaçların tepesine bakıyordunuz."- S. F. Abasıyanık
tepe
Bir yerin, bir nesnenin vb. nin üstü, tam hizası: "Ekşisu'da trenden indikleri sırada güneş tam tepelerindeydi."- N. Cumalı
tepe
Başın üst, kafatasının iki kulak arasında kalan bölümü: "Güneş sanki yalnız sizin tepenize ışık ve sıcaklık aksettirmeye çalışıyor."- R. H. Karay. a) çokgende veya çok yüzlüde köşelerden her biri; b) ikiz kenar bir üçgende eşit kenarların kesişme noktası; c) bakışım ekseni bulunan bir eğrinin veya yüzeyin bu eksenle kesişme noktalarından her biri
tepe
Birinin yanı başı, baş ucu
tepe
Yüksekliği genellikle birkaç yüz metreyi geçmeyen, çok kez tek başına, yamaçları yatık yer biçimi: "Derenin sağ tarafına yükselenen tepenin yamaçları daha hafif eğimli, daha genişti."- N. Cumalı
tepe
Bir yerin, bir nesnenin vb. nin üstü, tam hizası
tepe
Yüksekliği genellikle birkaç yüz metreyi geçmeyen, çok kez tek başına, yamaçları yatık yer biçimi
tepesinde
المفضلات