tek

listen to the pronunciation of tek
التركية - الإنجليزية
only

This sentence has only one language. - Bu cümlenin, sadece tek bir dili var.

Ken's father loved Ken all the more because he was his only son. - Baba Ken'i haydi haydi severdi,çünkü onun tek oğluydu.

one

I called his office again and again, but no one answered. - Onun bürosunu tekrar tekrar aradım fakat kimse cevap vermedi.

Kill two birds with one stone. - Tek bir taşla iki kuş öldür.

sole

Being an only child, he was the sole inheritor. - O, tek çocuk olduğu için, tek mirasçıydı.

For him, divorce is a good invention, with one sole disadvantage: you have to get married first. - Onun için boşanma tek dezavantajla iyi bir buluş: ilk önce evlenmek zorundasın.

single

Get both a phone and internet access in a single package! - Tek bir pakette hem bir telefon hem de bir internet erişimi alın!

I don't have a single enemy. - Benim tek bir düşmanım yok.

unique

United States want to be the World unique superpower. - Amerika Birleşik Devletleri dünyadaki tek süper güç olmak istiyor.

His technique was unique and absolutely amazing. - Onun tekniği eşsiz ve kesinlikle şaşırtıcıydı.

odd

After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again. - Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.

Mary does not like odd numbers. - Mary tek sayılardan hoşlanmaz.

single, unique; alone; only, merely; (sayı) odd; single thing
alone

Everyone has the right to own property alone as well as in association with others. - Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma hakkına sahiptir.

Hiroko sat there all alone. - Hiroko orada tek başına oturdu.

solitary

She leads a solitary life in a remote area of Scotland. - O, İskoçya'nın uzak bir bölgesinde tek başına bir hayat sürüyor.

one and the same
turkish electricity authority
suit

I try to travel with only one suitcase. - Tek bir bavulla yolculuk etmeye çalışacağım.

Tom offered to carry Mary's suitcase, but she told him she wanted to carry it herself. - Tom, Mary'ye valizini taşımayı teklif etti ama Mary, valizi kendisinin taşımak istediğini söyledi.

flat

He flatly refused her requests for help. - Onun yardım teklifini açıkça reddetti.

The rear tire of my bicycle is flat. - Bisikletimin arka tekerleği patlak.

ceramics
uni-
particular
pure and simple
isolated
merely

History is merely repeating itself. - Tarih sadece kendini tekrarlıyor.

the one and only

This is the one and only thing he can do. He can't do anything else. - Bu onun yapabileceği tek şey. Başka bir şey yapamaz.

Tom's pissed off because he's not the one and only. - Tom tek olmadığından dolayı sinirli.

(Denizbilim) add

To form the plural in Esperanto, add a j to the singular. - Esperantoda çoğul oluşturmak için tekil isme j ekle.

All you have to do is to write your name and address here. - Yapman gereken tek şey buraya adını ve adresini yazmak.

companion

Sami's only companion was his dog. - Sami'nin tek arkadaşı onun köpeğiydi.

Tom's only companion is his dog. - Tom'un tek arkadaşı onun köpeğidir.

(Biyokimya) mono-
homo
one and only

Tom's pissed off because he's not the one and only. - Tom tek olmadığından dolayı sinirli.

Tom claims one and only one god exists. - Tom tek ve sadece tek bir tanrı olduğunu iddia eder.

uni

A unicycle has one wheel. - Tek tekerli bisikletin tek tekeri vardır.

His technique was unique and absolutely amazing. - Tekniği eşsiz ve kesinlikle muhteşemdi.

(sayı) uneven
homoeo [Brit.]
fellow

I bid you greetings and may there be peace through fellowship between us. - Sana selam teklif ediyorum ve aramızdaki arkadaşlık yoluyla barış olabilir mi.

All you have to do is to cultivate the ability to put yourself in the other fellow's place. - Tek yapmanız gereken, kendinizi diğer arkadaşın yerine koyma yeteneğini geliştirmek.

singular

A noun can be singular or plural. - Bir isim tekil veya çoğul olabilir.

To form the plural in Esperanto, add a j to the singular. - Esperantoda çoğul oluşturmak için tekil isme j ekle.

lone

He lives in this lonely place by himself. - O, bu ıssız yerde tek başına taşıyor.

Just because I'm alone doesn't mean I'm lonely. - Tek başıma olmam yalnız olduğum anlamına gelmez.

individual

Individual atoms can combine with other atoms to form molecules. - Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.

mono , odd , single
exclusive
mono

I think that monolingualism is very limiting. - Bence tek dillilik çok sınırlı.

Postal services are a government monopoly. - Posta hizmetleri devlet tekelindedir.

All I ask is ...; ... as long as ...: Tek yapsın da, nasıl yaparsa yapsın! I don't care how he does it; all I want is for him to get the thing done! Her şeye razıyım, tek ondan kurtulayım! I'm agreeable to anything as long as I can get shut of him!
homeo
single thing
solo

Charles Lindbergh made the first solo flight across the Atlantic Ocean in 1927. - Charles Lindbergh, Atlantik Okyanusu'nda, 1927 yılında ilk tek kişilik uçuşunu yaptı.

Whether you’re flying solo or in a relationship, I'll be thinking of you this Valentine’s Day. - İster tek başına uçuyor ol, ister bir ilişki içinde ol, bu Sevgililer Günü seni düşünüyor olacağım.

dolly
bellows
homoeo
res
azygous
running

It must be terribly difficult, running her household on her own after divorcing. - Boşandıktan sonra evinde tek başına koşuşturmak son derece zor olmalı.

Running was my only defense. - Koşu benim tek savunmamdı.

several

Jim has asked Anne out several times. - Jim Anne'e birkaç kez çıkma teklif etti.

Tom lived alone for several years. - Tom yıllarca tek başına yaşadı.

reindeer
suigeneris
tek sayı
odd number

Mary does not like odd numbers. - Mary tek sayılardan hoşlanmaz.

One, three, and five are odd numbers. - Bir, üç ve beş tek sayılardır.

tek tek
one by one

Patiently, he collected the facts, one by one. - Sabırla, o gerçekleri tek tek topladı.

Mary took out the eggs one by one. - Mary yumurtaları tek tek çıkardı.

tek kullanımlık
disposable

Volunteers distributed tea in disposable cups. - Gönüllüler tek kullanımlık bardaklarda çay dağıttı.

He regards women as disposable pleasures rather than as meaningful pursuits. - O, kadınları anlamlı bir meşgale olmaktan daha ziyade tek kullanımlık zevk olarak görüyor.

tek başına
alone

She is used to living alone. - Tek başına yaşıyordu.

Everyone has the right to own property alone as well as in association with others. - Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma hakkına sahiptir.

tek gidiş
one way
tek oğul
son and heir
tek taş
solitaire
tek tek
particularly
tek yön
one way

What is written on the road sign? - ONE WAY. - Trafik işaretinde ne yazılı? - TEK YÖN.

What is written on the road sign? - ONE WAY. - Yol işaretinde ne yazılı? - TEK YÖN.

tek yönde olan
one way
tek yönlü
unidirectional
tek yönlü
one way
tek yönlü
one-way

This is a one-way street. - Bu tek yönlü bir sokak.

Be careful not to drive the wrong way on a one-way street. - Tek yönlü bir caddede ters yönde sürmemeye dikkat edin.

tek-taraflı bildirim
(Hukuk) notification
tek-taraflı tebliğ
(Hukuk) notification
tek kelimeyle
in a word

In a word, she isn't any use. - Tek kelimeyle, O işe yaramaz.

In a word, I think he is an idiot. - Bence tek kelimeyle o bir idiot.

tek kelimeyle
in a nutshell
tek kelimeyle
utterly
tek sıra düğmeli (ceket)
single-breasted
tek tek
singly
tek tek
(Bilgisayar) draw one
tek tip elbise
uniform
tek yönetici
(Askeri) single manager
tek çözüm
unique solution
teke tek
(Askeri) one-on-one
tek adam
one man
tek başına
stand alone
tek bulut
The only cloud
tek eşli
Monogamous
tek fiyat politikası
One-price policy, single price policy
tek gözlü
monocular
tek satıcı
(Kanun) Exclusive seller
tek seslilik
single polyphony
tek tanrıcılık; tek tanrıya inanma
monotheistic, believing in one god
tek taş pırlanta
diamond solitaire
tek yumurta ikizi
identical twin
tek yıllık
(Botanik, Bitkibilim) Annual
tek çatı altında
under one roof
teke tek
One on one
tek entegreli tıbbi lojistik yönetimi; tek entegreli tıbbi lojistik yöneticisi
(Askeri) single integrated medical logistics management; single integrated medical logistics manager
tek noktadan bağlama; tek liman yöneticisi
(Askeri) single point mooring; single port manager
tek tek ele almak
individualize
tek taraflı
{s} unilateral

Tom's boss made a unilateral decision to close several small branches of the company. - Tom'un patronu şirketin birkaç küçük şubesini kapatmak için tek taraflı bir karar aldı.

You can't just decide things unilaterally like that. We have to come to a consensus. - Tek taraflı olarak işlere karar veremezsin. Bir fikir birliğine varmalıyız.

tek taraflı
one sided
tek başına
unattended
tek bir
solitary
tek renkli
solid colored
tek taraflı
(Kanun) arbitrary
tek tük
isolated
tek yönlü
irreversible
tek başına
by oneself
tek başına
by yourself

I saw you out here by yourself and thought you might like someone to talk to. - Seni burada dışarıda tek başına gördüm ve konuşacak birini isteyebileceğini düşündüm.

I don't like your going there by yourself. - Oraya tek başına gitmeni istemiyorum.

tek başına
on one's own
tek başına
single-handed

She did it single-handedly. - O bunu tek başına yaptı.

Tom did it single-handedly. - Tom bunu tek başına yaptı.

tek eşli
monogynous
tek eşli
monogamist
tek eşlilik
monogamousness
tek hücreli
one-celled
tek renkli
unicolour
tek renkli
monochromic
tek renkli
monochromous
tek renkli
monochrome
tek renkli
self-coloured
tek taraflı
one sidedly
tek taraflı
one-sided
tek taraflı
exparte
tek tek
individually
tek tük
stray
tek tük
few and far between

The fish in this river are few and far between. - Bu nehirde balıklar tek tük.

tek yönlü
one-sided
tek çocuk
singleton
Düm Tek Tek
"Düm Tek Tek" is a song by Turkish singer Hadise that was performed as the Turkish entry for the Eurovision Song Contest 2009 in Moscow, Russia
Tek hücreli
single-celled
Tek renkli
homochromatic
tek başına
single-handedly
tek kişilik
individual
tek kişilik
oneman
tek kutuplu
single pole
tek sesli
monophthong
tek taraflı
unilineal
tek taraflı
single-sided
tek tek
odd one
tek yönlü
(Mühendislik) unilateral
tek yönlü
oneway
Tek Tip
prototype
Tek kutuplu
(Tıp) monopolar
tek başına
on one's tod
tek başına
separately
tek başına
stand-alone

I have a stand-alone personal computer. - Benim tek başına kişisel bir bilgisayarım var.

tek başına
singly

I bear in mind that misfortunes never come singly. - Talihsizliklerin asla tek başına gelmediklerini unutmuyorum.

Misfortune never comes singly. - Talihsizlik asla tek başına gelmez.

tek başına
single handed
tek başına
alone, by oneself, on one's own, single-handed
tek başına
solo

Whether you’re flying solo or in a relationship, I'll be thinking of you this Valentine’s Day. - İster tek başına uçuyor ol, ister bir ilişki içinde ol, bu Sevgililer Günü seni düşünüyor olacağım.

Lindbergh's solo nonstop transatlantic flight was a remarkable accomplishment. - Lindbergh'in tek başına sürekli transatlantik uçuşu kayda değer bir başarıydı.

tek başına
{s} unaccompanied
tek başına
{s} unaided
tek başına
{s} sequestered
tek bir
single

There isn't a single cloud in the sky. - Gökyüzünde tek bir bulut yok.

I don't have a single enemy. - Benim tek bir düşmanım yok.

tek cins
unisexual
tek gözlük
eyeglass
tek gözlük
{i} monocle

He wore a top hat and a monocle. - O bir silindir şapka ve bir tek gözlük taktı.

tek heceli
monosyllabic

Chinese is a monosyllabic language. - Çince tek heceli bir dildir.

The word злой is the only monosyllabic Russian adjective. - злой sözcüğü tek heceli tek Rusça sıfattır.

tek hücreli
unicellular

The amoeba is a unicellular organism. - Amip tek hücreli bir varlıktır.

That is a unicellular organism. - Bu tek hücreli bir organizmadır.

tek kelimeyle
just

Tom is just different. - Tom tek kelimeyle farklı.

This application just eats up your battery. - Bu uygulama, tek kelimeyle, pilini tüketiyor.

tek kişilik
solo

Charles Lindbergh made the first solo flight across the Atlantic Ocean in 1927. - Charles Lindbergh, Atlantik Okyanusu'nda, 1927 yılında ilk tek kişilik uçuşunu yaptı.

tek kişilik
single

Would you like a single room? - Tek kişilik bir oda ister misin?

I'd like to reserve a single room. - Tek kişilik oda rezervasyonu yaptırmak istiyorum.

tek kişilik
(işletme) single handed
tek kişilik
sulky
tek kişilik
state
tek kişilik
single seater
tek kişilik
monological
tek kişilik
{i} solitaire

I love playing solitaire. - Tek kişilik iskambil oyunu oynamayı severim.

tek kutuplu
unipolar
tek renkli
whole coloured [Brit.]
tek renkli
unicolored
tek renkli
self coloured [Brit.]
tek renkli
monochromatic
tek renkli
self-colored
tek renkli
unicolor
tek renkli
whole colored
tek renkli
unicolour [Brit.]
tek renkli
unicoloured [Brit.]
tek renkli
unicoloured
tek renkli
{s} self coloured
tek renkli
self colored
tek renkli
whole coloured
tek seferde
(Konuşma Dili) in a lump
tek taraflı
ex parte
tek taraflı
one-legged
tek taraflı
(Hukuk) unilateral, one-sided
tek taraflı
unilateral, single-sided, one-sided
tek taraflı
single-acting
tek taraflı
one legged
tek taraflı
single acting
tek tip
monotype
tek tük
sporadic

Sporadic gunfire was heard in the distance. - Tek tük silah sesleri uzaktan duyuldu.

tek tük
here and there

I found holes here and there. - Tek tük delikler buldum.

There were books lying here and there in the room. - Odada tek tük kitaplar vardı.

tek tük
odd
tek yönlü
single-acting
tek yönlü
single-track
tek yönlü
one-track
tek yönlü
(hat) simplex
tek yönlü
single track
tek yönlü
one track
tek yönlü
single acting
tekler
singles
الإنجليزية - الإنجليزية
A Siberian ibex
التركية - التركية
(Osmanlı Dönemi) f. Koşma, seğirtme
Hiç, hiçbir: "Tek kelime konuşmadan bu yokuşu indik."- R. H. Karay
Önüne getirildiği cümleye istek ve özlem kavramı katar
Bir kadeh içki
Eşi olmayan, biricik, yegâne
Eşi olmayan, biricik, yegâne: "Hamit, biliyorsunuz edebiyatımızın tek dâhisidir."- Y. Z. Ortaç
Yalnız, yalnızca, salt, sadece
Sessiz, uslu
Hiç, hiçbir
Sessiz, hareketsiz, uslu
Yalnız, yalnızca, salt, sadece. İki ile bölünemeyen (sayı)
Birbirini tamamlayan veya aynı türden olan nesnelerden her biri: "Dirseği hafifçe dizime dokunuyor ve bir saçı, bir tek tel saçı kaşının ucuna sürünüyordu."- M. Ş. Esendal
Birbirini tamamlayan veya aynı türden olan nesnelerden her biri
İki ile bölünemeyen (sayı)
bir
(Osmanlı Dönemi) TEVV
tek tek
Birer birer, bir bir
Tek başına
yalnızca
Tek başına
bir başına
Tek eşli
monogam
Tek eşlilik
monogami
Tek taraflı
tek yanlı
tek başına
Kendi kendine, yalnız olarak
tek eşli
Eşi bir tek olan, monogam
tek eşlilik
Kadının veya erkeğin karşı cinsten yalnız bir kişiyle evlenebilmesini onaylayan, birden çok kadınla veya birden çok erkekle evlenmeyi yasaklayan evlilik biçimi, monogami
tek hücreli
Bir gözeli, bir hücreli
tek kişilik
Tek kişiye özgü
tek renkli
Yalnız basit bir renk veren (ışık)
tek renkli
Tek rengi olan
tek sesli
Benzer seslerin kullanılması
tek sesli
Eş sesli
tek taraflı
Tek bakış açısı olan, tek yanlı
tek tük
Az, seyrek (olarak)