tamlık

listen to the pronunciation of tamlık
التركية - الإنجليزية
precision
accuracy
nicety
completeness
exactitude
plenitude
exactness
precision, integrity, accuracy
preciseness
thoroughness
truth
faithfulness
complement
wholeness
entirety
integrity
particularity
totality
tam
{s} whole

It took a whole day to paint the picture. - Resmi yapmak tam bir gün sürdü.

The patrol cars cover the whole of the area. - Devriye arabaları alanının tamamını kapsamaktadır.

tam
{s} complete

Her words were completely meaningless. - Onun sözleri tamamen anlamsızdı.

All is completed with this. - Hepsi bununla tamamlandı.

tam
exact

I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. - Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.

It's exactly what I wanted. - O, tam olarak benim istediğimdir.

tam
{s} full

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

The cherry trees are in full blossom. - Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.

tam
{s} overall
tam
{s} accurate

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

Tom claims he can accurately predict the future. - Tom geleceği tam olarak tahmin edebildiğini iddia ediyor.

tam
proper

The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes. - Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

tam
just

Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'. - Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.

When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less. - Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.

tam
{s} literal

After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally. - Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.

He explained the literal meaning of the phrase. - O, ifadenin tam anlamını açıkladı.

tam
(Ticaret) total

Lunar eclipses can be total or partial. - Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.

Tom looks totally wiped out. - Tom tamamen yok olmuş görünüyor.

tam
quite

The bear is quite tame and doesn't bite. - Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.

Tom still hasn't quite learned the rules of the game. - Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.

tam
{s} thorough

We were thoroughly satisfied with his work. - Onun işinden tamamen tatmin olduk.

The police thoroughly searched the house. - Polis evi tamamen aradı.

tam
{s} simple

It wasn't quite that simple. - O tam olarak o kadar basit değildi.

tam
{s} correct

That's not entirely correct. - Bu tam olarak doğru değil.

This watch keeps correct time. - Bu saat tamamen doğrudur.

tam
perfect

I can understand your position perfectly. - Pozisyonunuzu tamamen anlayabiliyorum.

I'm perfectly normal. - Ben tamamen normalim.

tam
on the beam
tam
refined
tam
literally

I was literally stunned by what I saw. - Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.

Does the city literally owe its existence to Mussolini? - Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?

tam
slipt
tam
particular
tam
undivided

Tom had Mary's undivided attention. - Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.

tam
sound

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

Tom didn't sound entirely convinced. - Tom tamamen ikna olmuş görünmüyordu.

tam
flat

Can you fix the flat tire now? - Şimdi patlak lastiği tamir edebilir misin?

Could you please fix this flat tire? - Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?

tam
superb
tam
smack in
tam
every bit

He is every bit a gentleman. - O, tam bir beyefendi.

tam
definite

Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her. - Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.

Sometime I'll definitely visit France. I just don't know exactly when. - Bir gün kesinlikle Fransa'yı ziyaret edeceğim. Sadece tam olarak ne zaman olduğunu bilmiyorum.

tam
grand

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

I don't remember my grandmother's face exactly. - Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

tam
smack into
tam
integrate
tam
diagnostic
tam
as well
tam
smack onto
tam
precision
tam
smack on
tam
definitive
tam
unerring
tam
from a to z
tam
unrelieved
tam
exactly

It's exactly what I wanted. - O, tam olarak benim istediğimdir.

You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary. - Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.

tam
true

The statement is not wholly true. - İfade tamamen gerçek değil.

Our teacher is a gentleman in the true sense of the word. - Öğretmenimiz kelimenin tam anlamıyla bir beyefendi.

tam
outright

This translation is outright wrong. - Bu çeviri tamamen yanlış.

tam
bang
tam
regular
tam
entire

The accident was entirely avoidable. - Kaza tamamen önlenebilirdi.

You won't be let down if you read the entire book. - Kitabın tamamını okursanız hayal kırıklığına uğramazsınız.

tam
precisely

Tom knows precisely what he's doing. - Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.

What precisely are you doing? - Tam olarak ne yapıyorsun?

tam
crass
tam
due

Due to global warming, cities could be completely submerged. - Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.

Due to recent events, it is completely impossible for me to focus on my work. - Son zamanlardaki olaylar sebebiyle, kendimi işime vermem tamamen imkansız.

tam
very

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

He was detected in the very act of stealing. - O, tam çalma anında tespit edildi.

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

tam
utter

She is an utter stranger to me. - O, bana tamamen yabancıdır.

It is utterly impossible to finish the work within a month. - Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.

tam
graphic
tam
implicit
tam
unadulterated
tam
absolute

Stay absolutely still. - Tamamen hareketsiz dur.

I have absolute trust in you. - Benim sana tam güvenim var.

tam
truly
tam
intact
tam
sharp

The meeting will start at four o'clock sharp. - Toplantı tam dörtte başlayacak.

The meeting began at nine o'clock sharp. - Toplantı tam dokuzda başladı.

tam
precise

He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise. - O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.

Come here at precisely six o'clock. - Tam altıda buraya gel.

tam
strict

My interest in politics is strictly academic. - Siyasete ilgim tamamen akademik.

Our relationship is strictly professional. - İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.

tam
full-blown
tam
finished

Tom finished off the ice cream that was in the freezer. - Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.

Have you finished the papers? - Belgeleri tamamladın mı?

tam
immaculate
tam
direct

I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya. - Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.

tam
unqualified
tam
veritable
tam
unabridged
tam
good

He, just like you, is a good golfer. - O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.

The place just doesn't look as good as it used to. - Yer tam eskisi kadar iyi gözükmüyor.

tam
desperately
tam
completely

He will think he has been completely forgotten. - Tamamen unutulduğunu düşünecek.

Her words were completely meaningless. - Onun sözleri tamamen anlamsızdı.

tam
just as

Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'. - Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.

The food athletes eat is just as important as what kind of exercises they do. - Sporcuların yedikleri yiyecek tam olarak ne tür egzersizleri yaptıkları kadar önemlidir.

tam
a full
tam
complete of
tam
{s} mathematical

Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me. - Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.

tam
blank
tam
even

We're going out for dumplings in the evening, all right? - Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

tam
plunk
tam
complete, entire, whole; exact, precise, perfect; prompt, sharp; just, very; completely, exactly, precisely, bang
tam
fully, completely: tam teşekküllü bir hastane a fully equipped hospital. Görevini tam yapmanı istiyorum. I want you to carry out your duty to the full
tam
at the time

I was right there with Tom at the time. - Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.

tam
prompt
tam
fully

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

tam
all out

Your ideas are all out of date. - Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.

tam
the very

He was detected in the very act of stealing. - O, tam çalma anında tespit edildi.

Never give up till the very end. - Tam sonuna kadar vazgeçme.

tam
exactly; right; immediately; precisely; just: Orada tam yedi yıl çalıştı. He worked there for exactly seven years. Tam zamanında geldin. You've come right on time. Tam karşımda oturuyordu. She was sitting immediately opposite me. Şimdi tam sırası! Now's just the right time! Tam istediğiniz gibi yaptım. I did it just as you wanted me to
tam
downright

This place is downright creepy. - Bu yer tamamen tüyler ürpertici.

It sounds downright frightening. - Bu tamamen korkutucu görünüyor.

tam
whole, full; complete, perfect: tam ekmek a whole loaf of bread. tam maaş full salary. tam iki kilo a full two kilos. tam yetki full authority/full power. tam istihdam full employment. tam üye full member. tam pansiyon full pension/full room and board. tam bir Fransız a Frenchman through and through. tam bir ziyafet a real banquet. tam bir rezalet an out-and-out disgrace
tam
bang on
tam
slap bang
tam
consummate
tam
factual
tam
out and out
tam
accomplished

They accomplished their task without any difficulty. - Görevlerini bir zorluk olmadan tamamladılar.

The first stage of the operation has been accomplished. - Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.

tam
straight

She told the joke with a completely straight face. - O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.

Tom sat alone, staring straight ahead. - Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.

tam
trueborn
tam
engrained
tam
rightdown
tam
to a T
tam
stark
tam
holo
tam
dead

I'm dead against the plan. - Ben plana tamamen karşıyım.

All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental. - Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.

tam
slick
tam
ingrained
tam
(Hukuk) integral

Death is an integral part of life. - Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.

tam
right

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

Tom arrived at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

tam
clear

It's all clear to me now. - O şimdi tamamen benim için temiz.

I want to make this perfectly clear. - Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.

tam
according to Cocker
tam
{s} rank
tam
spot on
tam
{s} positive
tam
{s} unalloyed
tam
{s} unmitigated

His speech was an unmitigated disaster. - Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.

tam
{s} intimate
tam
{s} prize
tam
ingrain
tam
unobstructed
tam
{s} unambiguous
tam
{s} unredeemed
tam
{s} plenary
tam
root and branch
tam
{s} square
tam
{s} thoroughgoing
tam
{s} unreserved
tam
repair

This car needs repairing. - Bu arabanın tamire ihtiyacı var.

Can you repair these shoes? - Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?

tam
allout
tam
{s} solid
tam
orthodox
tam
{s} plumb

The plumber used many tools to fix our sink. - Tesisatçı bizim lavaboyu tamir etmek için birçok alet kullandı.

Are you the guy who's going to help us fix our plumbing? - Su tesisatımızı tamir etmemize yardım edecek adam sen misin?

tam
{s} round

America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America. - Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.

tam
{s} sheer

It is a sheer waste of time. - O tamamen zaman kaybı.

It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train. - Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.

التركية - التركية
Eksik olmama durumu, olgunluk: "... bin bir çeşit meziyet, fazilet, tamlık ve kemal..."- R. H. Karay
Eksik olmama durumu, olgunluk
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz: "Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon
tam
Bütün, tüm
tam
Eksiksiz, kesintisiz
tam
Eksiksiz, kesintisiz: "Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım."- A. Gündüz
tam
Zaman ve yer için anlamı kesinleştirir: "Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin
tam
Amerikan doları
tam
Sırasında, anında: "Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."- Ö. Seyfettin
tam
Anlamı kesinleştirir
tam
Bakırcılıkta, yapımı bitirilmiş ve kalaylanmış dövme kap
tam
Sırasında, anında
tam
Küçük kulübe, ev
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz
tam
Uygun olarak, tıpkı, aynı
الإنجليزية - التركية

تعريف tamlık في الإنجليزية التركية القاموس.

tam
iskoç beresi
tamlık
المفضلات