He will think he has been completely forgotten.
- Tamamen unutulduğunu düşünecek.
Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
Sally didn't exactly agree with Bill, but she supported him.
- Sally, Bill'le tamamen aynı fikirde değildi ama onu destekledi.
You and Tom are exactly the same.
- Sen ve Tom tamamen aynısınız.
I just couldn't go through with it.
- Ben sadece onu tamamen bitiremedim.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
I don't quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
Tom still hasn't quite learned the rules of the game.
- Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.
The shy boy was utterly embarrassed in her presence.
- Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.
He felt utterly humiliated.
- O, tamamen aşağılanmış hissetti.
Your work is not altogether satisfactory.
- İşiniz tamamen tatmin edici değil.
His speech was not altogether bad.
- Onun konuşması tamamen kötü değildi.
The police thoroughly searched the house.
- Polis evi tamamen aradı.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
I'm sorry, today is fully booked.
- Üzgünüm, bugün tamamen ayrılmış.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
I am wholly in agreement with you.
- Seninle tamamen aynı fikirdeyim.
Her words were wholly void of meaning.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
I'm perfectly normal.
- Ben tamamen normalim.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
That's a whole different matter.
- Bu tamamen farklı bir mesele.
On the whole I agree with you.
- Sana tamamen katılıyorum.
Let's face it: this sentence is simply bad.
- Şunu kabul edelim ki bu cümle tamamen kötü.
What he told us the other day simply doesn't make sense, does it?
- Geçen gün onun bize söylediğinin tamamen bir anlamı yok, değil mi?
She is an utter stranger to me.
- O, bana tamamen yabancıdır.
He felt utterly humiliated.
- O, tamamen aşağılanmış hissetti.
Tom and Mary were finally completely alone.
- Tom ve Mary nihayet tamamen yalnızdı.
Our meeting was purely accidental.
- Karşılaşmamız tamamen tesadüfi.
It was pure accident that I came to know her.
- Onu tanımam tamamen tesadüftü.
You guys are totally clueless.
- Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
Tom was totally wasted.
- Tom tamamen heder olmuş.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
The cherry blossoms are in full bloom.
- Kirazlar tamamen çiçek açtılar.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
He was good and drunk.
- O tamamen sarhoş olmuştu.
For some reason, I'm wide awake and can't fall asleep.
- Nedense, tamamen uyanığım ve uykuya dalamıyorum.
The window was wide open.
- Pencere tamamen açıktı.
It's better to be approximately right than completely wrong.
- Tamamen yanlış olmasındansa üç aşağı beş yukarı doğru olması daha iyidir.
I am quite all right now.
- Ben şimdi tamamen iyiyim.
I'm dead against the plan.
- Ben plana tamamen karşıyım.
The party was perfectly deadly.
- Parti tamamen sıkıcıydı.
A four-year-old American tourist was disappointed to realize that, in fact, the Sichuan province is not entirely made of spicy beef, in spite of its famously piquant cuisine.
- Dört yaşındaki Amerikalı turist, aslında, Sichuan eyaletinin ünlü mayhoş mutfağına rağmen tamamen baharatlı sığır etinden yapılmamış olduğunu farkettiği için hayal kırıklığına uğradı.
I spent Saturday afternoon watching entirely too much TV.
- Cumartesi öğleden sonrayı tamamen çok fazla TV izleyerek geçirdim.
My meeting her was purely accidental.
- Onunla karşılaşmam tamamen tesadüftü.
All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental.
- Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
Tom was all worn out.
- Tom tamamen bitkindi.
I think I understood everything, Tom said, but I'm not absolutely sure.
- Sanırım her şeyi anladım ama tamamen emin değilim. dedi Tom.
That was absolutely unnecessary.
- Bu tamamen gereksizdi.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
That seems completely fair to me.
- O benim için tamamen adil görünüyor.
The judgment isn't entirely fair.
- Yargılama tamamen adil değil.
His house is cleaned thoroughly once a week.
- Onun evi haftada bir kez tamamen temizlenir.
I resolved to break up with her cleanly.
- Onunla ilişkimi tamamen bitirmeye kesin karar verdim.
The law is perfectly clear.
- Yasa tamamen açıktır.
I want to make this perfectly clear.
- Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
Mathematicians have this in common with the French: whatever you're trying to say to them, they take it and translate it in their own way and turn it around into something completely different.
- Matematikçiler buna Fransızlarla müştereken sahiptir: onlara her ne söylemeye çalışıyorsan, onlar onu alır ve onu kendi tarzlarıyla çevirir ve onu tamamen farklı bir şeye çevirirler.
His family are all very well.
- Onun ailesi tamamen çok iyidir.
The company, wholly owned by NTT, is doing well.
- Tamamen NTT'ye ait şirket, iyi kazanıyor.
The flat comes fully furnished.
- Daire tamamen mobilyalıdır.
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
Tom couldn't completely rule out the possibility that he might be laid off from work.
- Tom işten çıkarılabileceği ihtimalini tamamen göz ardı edmedi.
Tom finished off the ice cream that was in the freezer.
- Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
Tom is perfectly satisfied with his current salary.
- Tom şu anki aylığından tamamen memnun.