Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned him 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent him 500 dollars.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that one is better.
Karlarla örtülü şu dağa bak.
- Look at that mountain which is covered with snow.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Tatoeba Projesi bizim sanal evimizdir.
- Tatoeba Project is our virtual home.
Bizim ana dilimiz Japoncadır.
- Our native language is Japanese.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Birisi beni dışarı çıkarsın. İçeride kilitli kaldım.
- Let me out, somebody. I'm locked in.
Siz insanları anlamıyorum.
- I don't see your point.
Siz insanları anlamıyorum.
- I do not understand you.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Biri onu küvette boğmuştu.
- Somebody had drowned her in the bathtub.
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
- She screamed with horror as someone took hold of her arm.
Sanırım birisi oraya gitti.
- I think that someone went there.
Onun kız arkadaşı Japon.
- His girlfriend is Japanese.
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
- This is John and that is his brother.
Nagasaki çevresinde onlara rehberlik edebilmem için kadınla birlikte gittim.
- I went with the women so that I could guide them around Nagasaki.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
- It'll be useless to stand against them.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I bumped into your dad yesterday.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your father yesterday.
İki yaşındaki bir çocuk bu kadar hızlı koşabilir mi?
- Can a two-year-old boy run that fast?
Bugünlük bu kadar yeter.
- That's enough for today!
Keşke o gitarı alabilsem.
- I wish I could buy that guitar.
Keşke Tom daha iyi bir Fransızca konuşanı olabilse.
- Tom wishes that he could be a better French speaker.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
- He said to himself, Will this operation result in success?
O, aynada kendine bakmadı mı?
- Hasn't he looked at himself in a mirror?
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Onların erkek çocuğunun adı John.
- Their son's name is John.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
- Their trip has been cancelled due to rain.
Doktor böylesine acil bir durumla nasıl başa çıkacağını biliyordu.
- The doctor knew how to cope with an emergency like this.
Böyle bir yerde böylesine güzel bir yer bulacağımı asla beklemiyordum.
- I never expected to find such a nice hotel in a place like this.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor.
- Hearing this song after so long really brings back the old times.
Her gün bu kadar sıcak mı?
- Is it this hot every day?
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Aşk onu rüyalarında görmektir.
- Love is seeing her in your dreams.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Bu eski madeni paraları ondan aldım.
- I got these old coins from her.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
- As long as you are with him, you can't be happy.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet him at the coffee shop.
Kendisine Fransızca öğretti.
- He taught himself French.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
Köpeğini besleyecek bir şey almak için biraz paraya ihtiyacı vardı.
- She needed some money to buy something to feed her dog.
Bu biraz farklı bir şeydi ve beraber takıldığım insanlar bunlardan takıyordu.
- It's something a bit different and the people I was hanging around with wore them.
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
- How dare you speak to me like that?
Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
- I am surprised that she refused such a good offer.
Şu gömlek için sadece on dolar ödedi.
- He only paid ten dollars for that shirt.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
- All of them are just here to pick up girls.
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Bu kravat sana çok iyi uyuyor.
- That tie suits you very well.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Neden parka falan gitmiyoruz?
- Why don't we go to the park or something?
Aptal ya da falan olduğumu düşünüyor musun?
- Do you think I'm stupid or something?
Sana önemli bir şey söylemek üzereyim.
- I'm about to tell you something important.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Bu, onun kendi çizimi olan bir resimdir.
- This is a picture of her own painting.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.
- It is lucky that the weather should be so nice.
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
- My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
Linda'nın hayal kırıklığı öylesine fazlaydı ki gözyaşlarına boğuldu.
- Such was Linda's disappointment that she burst into tears.
Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
- It was such a hot day that we went swimming.
Bu o kadar ağır bir kutu ki onu taşıyamam.
- This is so heavy a box that I can't carry it.
Bıçak o kadar kördü ki onunla eti kesemedim ve benim çakımı kullanmak zorunda kaldım.
- The knife was so dull that I couldn't cut the meat with it and I had to use my pocketknife.
O kadar hızlı koştu ki ona yetişemedik.
- He ran so fast that we couldn't catch up with him.
Tom dedi ki ona göre Mary, kaybettiği anahtarı John'un nerede bulduğunu biliyormuş.
- Tom said that he thought Mary knew where John had found the key she'd lost.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
- Someone has ripped out the first three pages of this book.
Kaybedecek bir şeyi olmayan birine meydan okuma.
- Don't challenge someone who has nothing to lose.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Onlardan hiçbirinin kaza geçirmediğini umuyorum.
- I hope that none of them got into an accident.
Onlardan kaç tanesinin yardıma ihtiyacı olduğunu bilmiyordum.
- He did not know how many of them needed help.
İşte ben İngilizce'yi böyle öğrendim.
- This is how I learned English.
Böyle bir sözlükte buzdolabı ile ilgili en az iki cümle olmalıdır.
- In a dictionary like this one there should be at least two sentences with fridge.
Tatoeba: Bizim sizden daha eski cümlelerimiz var.
- Tatoeba: We've got sentences older than you.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
- The difference is this: he works harder than you.
Senden oldukça memnunum.
- I am pretty pleased with you.
Bu araba onunki gibi görünüyor.
- It looks like this car is his.
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
- Compare your translation with his.
Birinin ününü sürdürmek zordur.
- It is hard to maintain one's reputation.
Birinin adını daha sonraki kuşaklarda yükseltmek ve böylece birinin ebeveynlerini övmek, bu anne babaya saygının en büyük ifadesidir.
- To raise one's name in later generations and thereby glorify one's parents, this is the greatest expression of filial piety.
Japon flütleri çoğunlukla bambu kamışından yapılır, fakat son zamanlarda bazı ağaç olanları ortaya çıkmıştır.
- Most Shakuhachi are made from bamboo, but recently some wooden ones have appeared.
Eski olanlarının yanı sıra çağdaş Farsça şiirler batı dünyasında bilinmemektedir.
- Contemporary Persian poems haven’t been known in west world as well as ancient ones.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
- He thinks he is somebody, but really he is nobody.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
- You can't shake someone's hand with a clenched fist.
Neden kimse Tom'a yardım etmedi?
- Why didn't someone help Tom?
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Sizin hangi tür şarabınız var?
- What kind of wine do you have?
Çünkü biz sizi seviyoruz, daha iyi bir kullanıcı deneyimi getirmek için Tatoeba'yı güncelleştiriyoruz. Gördünüz mü? Biz sizi seviyoruz ha?
- Because we love you, we are updating Tatoeba to bring you a better user experience. See? We love you huh?
İçmek için size ne alabilirim?
- What can I get you for drinking?
Ben size yardımcı olmaktan mutlu olurum.
- I will be glad to help you.
Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.
- I really look forward to your visit in the near future.
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
- Is this your first visit to Japan?
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
That it is.
I like the song that you wrote.
That was an interesting example.
I'm just not that sick.
That battle was in 1450.
He told me that the book is a good read.
He must die that others might live.
This is probably their cat.
She treated them for a cold. (direct object).
If there be found among you, within any of thy gates which the LORD thy God giveth thee, man or woman, that hath wrought wickedness in the sight of the LORD thy God, in transgressing his covenant, nd hath gone and served other gods, and worshipped them, either the sun, or moon, or any of the host of heaven, which I have not commanded; nd it be told thee, and thou hast heard of it, and enquired diligently, and, behold, it be true, and the thing certain, that such abomination is wrought in Israel: hen shalt thou bring forth that man or that woman, which have committed that wicked thing, unto thy gates, even that man or that woman, and shalt stone them with stones, till they die.
Them kids need to grow up.
This classroom is where I learned to read and write.
I met this woman the other day who's allergic to wheat. I didn't even know that was possible!.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
You'll suffer because of that.
- You will suffer because of that.
It was because of her that he lived so miserably.
- It was down to her that he lived so miserably.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
She must have sensed something odd.
- Garip bir şey hissetmiş olmalı.
The police officer on duty sensed an elderly man coming up behind him.
- Görevli memur arkasından yaşlı bir adamın geldiğini hissetti.
Do you feel any pain in your stomach?
- Karnında herhangi bir acı hissediyor musun?
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
They felt many emotions on their wedding day.
- Düğün günlerinde çok duygular hissettiler.
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
Although each person follows a different path, our destinations are the same.
- Her insan farklı bir yol izlesede, hedeflerimiz aynıdır.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
I think about that every single day.
- Her gün onu düşünürüm.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
The law is equal for all.
- Kanun herkes için aynıdır.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
He believes whatever I say.
- O, söylediğim her şeye inanır.
I will lend you whatever book you need.
- İhtiyacın olan her kitabı sana ödünç vereceğim.
His parents helped whoever asked for their help.
- Onun ebeveynleri yardımlarını isteyen herkese yardım etti.
Sam helps whoever asks him to.
- Sam yardım isteyen herkese yardım eder.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.