تعريف spreader في الإنجليزية التركية القاموس.
- yayıcı
- serici
- gübre serpme makinesi
- dağıtıcı
- İki telin birbirine dokunmaması için aralarına konan tahta
- Yayan veya, süren şey veya kimse
- (Mühendislik) Tıraka: Konteyner, ambar kapağı gibi çoğunlukla dört köşesi bulunan yükleri elleçlemeye yarayan ataçman. Ağırlığı dört kaldırma noktasına yayar
- Tarlaya gübre serpen makina
- süren şey veya kimse
- {i} püskürtücü
- {i} serpici
- iki telin birbirine dokunmaması için aralarına konan tahta
- {i} iki telin arasına koyulan tahta
- {i} tereyağı bıçağı
- yayan veya
- {i} duş fiskiyesi
- {i} anten gergisi
- {i} gergi
- spread
- yayılmak
- spread
- yaymak
Tom Mary hakkında yalanları yaymakla suçluydu.
- Tom was guilty of spreading lies about Mary.
O, ayartıcı ahlakla ve tehlikeli fikirleri yaymakla suçlandı.
- He was accused of corrupting morals and spreading dangerous ideas.
- spreader bar
- yayıcı bar
- spreader tube
- yayici boru
- spread
- yayılmış
Ateş yandaki evin duvarlarına kadar yayılmıştı.
- The fire spread and licked the neighboring house.
- spread
- {f} yaymak; sermek; yayılmak: Spread that rug on the ground. O halıyı yere yay. The news is spreading. Haber yayılıyor
- spread
- ekmeğe sürülen şey
- spread
- {i} şölen
- spread
- iyice açılmış
- spread
- kâr oranı
- spread
- dağılmış
- spread
- (Ticaret) alış-satış farkı
- spread
- bulaşmak
- spread
- iki uç arasındaki uzunluk
- spread
- (Ticaret) alım-satım marjı
- spread
- çalmak
- spread
- yaygın
- spread
- iki uç arasındaki genişlik
- spread
- (Ticaret) iki fiyat arasındaki fark
- spread
- (Ticaret) bir yerine iki fiyat verme
- spread
- (Arılık) kuluçkanın yayılması
- spread
- (Ticaret) alış satış farkı
- spread
- dökmek (gübre vb'ni tarlaya)
- spread
- sıçramak
- spread
- (Askeri) yayma
Humus nohuttan yapılmış bir daldırma veya yaymadır.
- Hummus is a dip or spread made from chickpeas.
Daha fazla bilinci yaymamız gerekiyor.
- We need to spread more awareness.
- spread
- (Denizbilim) ağız açıklığı
- spread
- sirayet etmek (hastalık)
- spread
- çiftlik
- spread
- sürüştürmek
- spread
- saçılmak
- spread
- neşrolunmak
- spread
- geçmek
- spread
- saha
- spread
- ekmek
Ekmek dilimine peynir sürdüm.
- I spread cheese on the slice of bread.
Bir dilim ekmek üzerine hardal sürüştürüyorum.
- I am spreading mustard on a slice of bread.
- spread
- (Ticaret) komisyon
- spread
- ayırmak
- spread
- serilmek
- spread
- (Ticaret) fark
Kanser farklı organlara yayıldı.
- The cancer had spread to several organs.
- spread
- ezme
- spread
- yatak örtüsü
- spread
- kaplamak
- spread
- (Ticaret) spread
- spread
- genişlemiş
- concrete spreader
- beton serici
- manure spreader
- gübre yayıcı
- manure spreader
- gübre serpici
- spread
- bölmek
- spread
- örtmek
- spread
- sürmek
- spread
- dağıtmak
O, mesajı dağıtmak için ceza evine gitmek istiyor.
- He wants to go to jail to spread the message.
- spread
- yayılış
- spread
- açılmak
- spread
- kenara çekilmek
- spread
- uzanıp gitmek
- spread
- genişlik
- spread
- {f} yayıl
Yangın yayıldı ve komşu evi yaladı.
- The fire spread and licked the neighboring house.
Isı odanın her tarafına elektrik sobasıyla yayıldı.
- Heat was spread throughout the room by the electric stove.
- spread
- sermek
- spread
- örtü
Kate örtüyü masanın üstüne yaydı.
- Kate spread the cloth over the table.
Masaya bir örtü serdi.
- She spread a cloth over the table.
- spread
- açık
- fertilizer spreader
- gübre yayici
- spread
- yay
Yangın yayıldı ve komşu evi yaladı.
- The fire spread and licked the neighboring house.
İtfaiye gelmeden yangın sonraki binaya yayıldı.
- The fire had spread to the next building before the firemen came.
- spread
- yayılma
Virüsün daha fazla yayılmasını engellemek için ciddi tedbirler alınmalı.
- Drastic measures must be taken to prevent the further spread of the virus.
Elektronik ticaret hızla yayılmaya başladı.
- Electronic commerce began to spread rapidly.
- spread
- yayılması
- spread
- bulaşır
- aggregate spreader
- agrega serici
- chipping spreader
- çakıl serici
- fertilizer spreader
- (Tarım) gübre yayıcı
- fork spreader
- çatallı yayıcı
- gravel spreader
- çakıl serici
- load spreader
- (Askeri) YÜK YAYICI: Belirli bir zaman üzerindeki yük ağırlığının planlanmış gerilimi aşmaması için ağırlığı yaymak amacıyla kullanılan bir malzeme
- manure spreader
- gübreleme makinesi
- plaster spreader
- (Tıp) alçı ayırıcı
- plaster spreader
- (Tıp) alçı sargı ayırıcı
- selvedge spreader
- (Tekstil) kenar açıcı
- spread
- (Askeri) KUNDAK AÇMAK: Bir topun kundak kuyruğunu açıp yerleştirmek
- spread
- saçmak
- spread
- genişl
- spread
- {f} açmak
- spread
- {i} yayılım
- spread
- {i} uzatma
- spread
- üzerine sermek
- spread
- gergin
- spread
- {i} ara
Snorri Sturluson'un hikayeleri diğer şeylerin arasında Hristiyanlığın Norveç'te nasıl zorla yayıldığını anlatır.
- Snorri Sturluson's stories tells, among other things, how Christianity was spread in Norway by force.
- spread
- {f} gübre
- spread
- {f} uzatmak
- spread
- {f} bulaştırmak
- spread
- {f} döşemek
- spread
- {i} genişleme
- spread
- kurmak teferruatıyla meydana koymak veya kaydetmek
- spread
- {f} göz alabildiğine uzanmak
- spread
- sirayet ettirmek
- spread
- alabildiğine açmak
- spread
- {i} aynı konuyu yazan karşılıklı iki sayfa (gazete)
- spread
- {i} şişmanlık
- spread
- {i} bulaşma
- spread
- {i} iki uç arasındaki genişlik/uzunluk: What's the spread of this tree? Bu ağacın dallarının yayıldığı alan ne kadar? What is
- spread
- {i} dağılma
- spread
- {f} sürülmek
- spread
- bölüştürmek
- spread
- {f} iki yana açmak
- spread
- serilm
- spread
- {f} dağılmak
- spread
- sürülen
- spread
- {i} sapma (balistik)
- spread
- neşretmek
- spread
- {f} (spread)
- spread
- {f} uzanmak
- spread
- {i} açıklık
- spread
- ziyafet
- spread
- aynı konuyu yazan karşılıklı iki sayfa
- whirl spreader
- döner serici