تعريف spotting في الإنجليزية التركية القاموس.
- lekelenme
- (Tıp) spotting
- farkederek
- damlama
- (Askeri) gözetleme
- {i} lekeleme
- {f} farket
- {i} seçme
- {i} tanıma
- farkederek
- (Askeri) kestirme
- (Askeri) kıymetlendirme
- (Otomotiv) punto
- spot
- benek
Cildindeki bu benekler nedir?
- What are those spots on your skin?
Bir kırmızı ve benekli beyaz havlu, lütfen.
- A red and spotted white towel, please.
- spot
- leke
Gömlekten kan lekelerini nasıl çıkarabilirim?
- How can I remove the spots of blood from the shirt?
Kaza onun şöhretinde bir leke bıraktı.
- The incident left a spot on his reputation.
- spot
- nokta
Karısının yeşil noktalarla kaplanmış yüzünü görünce kalp krizi geçirdi. Katil salatalığın bir kurbanı daha!
- Seeing the face of his wife covered in green spots, he had a heart attack. Yet another victim of the killer cucumber!
Biz belirlenen noktada buluştuk.
- We met at the designated spot.
- spotting aircraft
- (Askeri) ATIM GÖZETLEME UÇAĞI
- spotting area
- (Askeri) YÜKLEME VE BOŞALTMA BÖLGESİ
- spotting board
- (Askeri) KESTİRME ALETİ: Sapmaların hedefe nazaran cihet ve miktarını tayin eden alet. Bu alet, atım kestiricilerin verdikleri değerleri atış esasları için kullanılabilir bir şekle sokar
- spotting charge
- (Askeri) GÖZETLEME İNFİLAK HAKKI: Bir mermi veya bombanın düştüğü yeri göstermek üzere, tatbikat cephanesinde kullanılan alçak infilaklı tahrip maddesi
- spotting charge
- (Askeri) gözetleme infilak hakkı
- spotting detail
- (Askeri) kestirme postası
- spotting detail
- (Askeri) KESTİRME POSTASI: Bir atım kestirme istasyonuna tahsis edilen bir veya birkaç şahıs. İki kişi oldukları takdirde, biri gözetleme yapar, biri sapma miktarlarını okur
- spotting line
- (Askeri) GÖZETLEME HATTI: Hedef düzeltmeleri yaparken gözetleyici veya tanzimci tarafından kullanılan bir referans hattı veya top-hedef hattı yada gözetleyici-hedef hattı
- spotting scope
- bir tür teleskop
- spotting station
- (Askeri) atım kestirme istasyonu
- spotting station
- (Askeri) ATIM KESTİRME İSTASYONU: Atom kestiricilerin atışı gözetledikleri nokta
- spot
- {f} görmek; seçmek; farketmek, ayırt etmek
- spot
- yer
Tom gizli saklama yerinden anahtarı aldı ve kapıyı açtı.
- Tom got the key from its secret hiding spot and opened the door.
Benim yerime park ettin.
- You're parked in my spot.
- spot
- reklâm
- spot
- {f} yerini saptamak
- spot
- {f} seçmek
- axial spotting
- (Askeri) eksenine gözetleme
- spot
- projektör
- spot
- {f} yerine koymak
- spot
- çiselemek
- spot
- alacalamak
- spot
- {f} lekelenmek
- spot
- (Askeri) değerlendirmek
- spot
- {f} beneklemek
- spot
- (Ticaret) hazır
- spot
- atamak
- spot
- ışıldak
- spot
- (Bilgisayar) sıcak nokta
- spot
- ufacık leke
- spot
- mahkumiyet
- spot
- yüzdeki ben
- spot
- saçmak
- spot
- radyo ilanı
- spot
- az bir miktar
- spot
- {f} nokta yapmak
- spot
- (Denizbilim) belirlemek
- spot
- sevgi
- spot
- bölge
Burada bir sürü balık yakaladım. Burası büyük bir balıkçılık bölgesi.
- I've caught a lot of fish here. It's a great fishing spot.
- spot
- sivilce
- spot
- (Ticaret) vadeli işlemler
- spot
- spot lamba
- spot
- leke yapmak
- spot
- hüküm giyme
- spot
- damla
- spot
- sorumlu
- spot
- hassas ayarlar
- unilateral spotting
- (Askeri) yandan gözetleme
- spot
- mahal
Leyla'nın arabası en son Sami'nin öldürülmesinden bir gün önce mahallede fark edildi.
- Layla's car was last spotted in the neighborhood a day before Sami's murder.
- spot
- çekit
- spot
- mahkûmiyet
- spot
- güç durum
- spot
- bulmak
- spot
- {f} farket
- spot
- (yüzdeki) ben
- spot
- tanımak
- spot
- {f} yerleştirmek
- spot
- kısa reklam
- spot
- lekelemek
- spot
- projektör ışığı
- spot
- fark etmek
Yılanları fark etmek zor olabilir.
- Snakes can be hard to spot.
- spot
- {f} ayırt etmek
- axial spotting
- (Askeri) EKSENİNE GÖZETLEME: Bak. "axial observation"
- bilateral spotting
- (Askeri) İKİ YANDAN KIYMETLENDİRME: Bak. "bilateral observation"
- bilateral spotting
- (Askeri) iki yandan kıymetlendirme
- camera spotting
- (Askeri) FİLMLE ATIŞ KIYMETLENDİRİLMESİ: Topçu ateşinin, iki sinema makinesinden faydalanarak, gözetlenmesi. Bu makinalar; ölçülmüş bir baz hattının iki ucunda aynı zamanda çalışır ve hem hedefin hem mermi paralanmasının fotoğrafını alır
- fastness to water spotting
- (Tekstil) su damlası haslığı, su lekesi haslığı
- flank spotting
- (Askeri) yan gözetleme
- flank spotting
- (Askeri) YAN GÖZETLEME: Bak. "flank observation"
- mine spotting
- (Askeri) MAYIN BELİRLEME: Deniz mayın harbinde, bir mayın veya mayın tarlasını gözetleme işlemi
- naval gunfire spotting team
- (Askeri) DENİZ TOPÇU ATEŞİ GÖZETLEME/TARASSUT TİMİ: Deniz destek ateşi kontrol müfrezesinin, hedefleri gösteren, ateşin başlamasını, kesilmesini, hızını ve cinsini kontrol eden birliği. Ayrıca bak, "field artillery observer, spotter"
- range spotting
- (Askeri) ATIMIN MESAFECE GÖZETLENMESİ: Atımların paralanma veya vuruş noktalarının hedefe nazaran uzun veya kısalığını tespit için yapılan gözetleme işlemi
- single station spotting
- (Askeri) TEK NOKTADAN KESTİRME: Topçu ateşinin hedefe nazaran sapmalarını gözetlemelerin yalnız bir atım kestirme istasyonundan yapılması suretiyle, tayini usulü
- spot
- {f} benek benek olmak
- spot
- {i} sahne ışığı
- spot
- yerinde olan
- spot
- {i} spot
- spot
- {s} hemen teslim edilen
- spot
- {i} ayıp
- spot
- sarıağız
- spot
- (Askeri) DEĞERLENDİRMEK, YERLEŞTİRMEK: 1. Atış tanzim için gerekli bilgileri vermek, atımların hedefe nazaran inhiraf miktarını gözetleme yaparak tespit etmek. 2. Uygun bir yere yerleştirmek. "adjustment of fire"
- spot
- {i} gece klübü
- spot
- {s} peşin para ile yapılan
- spot
- {i} azıcık miktar
- spot
- {i} puan
- spot
- {f} görmek
Gezimizin amacı arkadaşları ziyaret etmek ve bazı turistik noktaları görmektir.
- The purpose of our trip is to visit friends and see some tourist spots.
- spot
- peşin
- spot
- {i} olay yeri
Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.
- The police arrested the burglar on the spot.
Polis olay yerinde Tom'un lisansını askıya aldı.
- The police suspended Tom's licence on the spot.
- spot
- {i} reklâm spotu
- spot
- namus lekesi
- spot
- (Tıp) Leke, benek, nokta, macula
- spot
- deniz güzeli
- spot
- {i} zor durum
Sami zor durumda olduğunu biliyordu.
- Sami knew he was in a tight spot.
Ben kendimi zor durumda buldum.
- I found myself in a tight spot.
- spot
- benek,v.farket: n.spot
- spot
- {i} yer: We chose a shady spot. Gölgeli bir yer seçtik. That city has long been a trouble spot. O şehir uzun
- spot
- {f} benek yapmak
- spot
- {i} eğlence yeri
Ben eğlence yerinde tutuklandım.
- I was arrested on the spot.
- spot
- bir miktar güç durum
- spot
- ara sıra rasgele
- spot
- gölgebalığı
- spot
- ferma
- two station magnitude spotting
- (Askeri) İKİ NOKTADAN KESTİRME: Bir merminin, hedefe nazaran vuruş noktasının gözetlenmesine ve kestirilmesine mahsus bir sistem. Bu sistemde, yatay bir baz hattının iki ucunda birer gözetleme noktası kullanılır
- unilateral spotting
- (Askeri) YANDAN GÖZETLEME, BİR YÖNDEN KIYMETLENDİRME: Bak "unilateral observation"