تعريف sparing في الإنجليزية التركية القاموس.
- tutumlu
Ünlem işaretini tutumlu kullanın.
- Use the exclamation point sparingly.
- tedbirli
- az kullanan
- {f} ayır
Bana günün otuz dakikasını ayırır mısın?
- Would you mind sparing me thirty minutes of the day?
- kaçınma
- ihtiyat
- merhametli
- sparinglytedbirli olarak sparingnesstedbir
- idare
- vicdanlı
- pike
- idareli
- spare
- yedek
Tom yedek lastiği çıkarmak için bagajı açtı.
- Tom opened the trunk to get the spare tire.
Tom yedek lastiği çıkarmak için bagajı açtı.
- Tom opened the boot to take out the spare wheel.
- spare
- {f} canını bağışlamak
- spare
- {s} boş (zaman)
- sparingly
- tutumlu bir şekilde
- spare
- {f} öldürmemek
- spare
- {f} harcamamak
- spare
- {f} kaçınmak
- spare
- (Askeri) YEDEK: Bir teçhizatın veya sistemin bakım veya tamiri için ikmal edilmiş montaj, tali montaj veya münferit parçası
- spare
- fazla olarak
- spare
- azlık
- spare
- kıyamamak
- spare
- ince yapılı
- spare
- bağışlamak
- spare
- fazla (para)
- spare
- kaçmak
- spare
- ince
Yedek parçaları peşpeşe inceledi.
- He examined the spare parts one after another.
Yedek parçaları birer birer inceledi.
- He examined the spare parts one by one.
- spare
- yedekli
- spare
- bol olmayan
- spare
- kurtarmak
- spare
- fazla
Tatoeba ile benimle harcadığından daha fazla zaman harcamayı tercih edersin.
- Why do you spend most of your spare time with Tatoeba?
Harcamak için gereğinden fazla zamanımız var.
- We have more than enough time to spare.
- spare
- arık
- spare
- boş
Boş zamanımda gitar çalarım.
- I play the guitar in my spare time.
Yuriko boş zamanında çiçekleri düzenler.
- Yuriko arranges flowers in her spare time.
- spare
- kıt
- spare
- serbest
- spare
- ayırmak
Zaman ayırmak için ne yapmalıyım?
- What should I do in order to spare time?
Ayırmak için hiç paramız yok.
- We don't have any money to spare.
- spare
- {f} ayır
Arabanızda ayıracak yer var mı?
- Is there any room to spare in your car?
Ayıracak zamanları olmadığından dolayı aceleyle kasabaya geri döndüler.
- Because they had no time to spare, they hurried back to town.
- spare
- esirgemek
- spare
- yedek parça
Yedek parçaları birer birer inceledi.
- He examined the spare parts one by one.
Bir araba fabrikasında yedek parça yapıyorlar.
- They are making spare parts in a car factory.
- spare
- artan
- Spare
- yedeklenme
- sparingly
- tutumlu olarak
- tax sparing
- Korumalı mahsup
- be sparing in/with
- (bir şeyi) çok az yapmak/kullanmak, esirgemek: Don't be sparing with the butter! Tereyağını esirgeme! He's sparing in his praise. Çok az
- be sparing of
- tutumlu olmak
- be sparing of
- idareli kullanmak
- spare
- spare parts yedek parçalar spar
- spare
- {s} sıska
- spare
- {i} ihtiyat
- spare
- {s} zayıf
- spare
- {s} fazla (para): Do
- spare
- spare cash ihtiyat akçesi
- spare
- kıt dar
- spare
- {f} kıymamak
- spare
- {s} az
- spare
- {s} eli sıkı
- spare
- bowling oyununda iki top atışı ile kukaların hepsini düşürme
- spare
- {f} tutumlu olmak
- spare
- {f} korumak
- spare
- {s} boş, kullanılmayan (oda)
- spare
- {s} yetersiz
- spare
- ihtiyat az
- spare
- {f} idareli kullanmak
- spare
- {s} az kullanan
- spare
- {f} tatsız bir
- spare
- {f} (sıkıcı bir şeyden) kurtarmak: Spare yourself the trouble. Kendini o zahmetten kurtar
- spare
- {s} hasis
- spare
- {s} yemekleri az ve basit olan (beslenme tarzı)
- spare
- {s} cimri
- spare
- {f} bağışlanmak