Tom birazdan burada olmalı.
- Tom should be here soon.
Sakıncası yoksa birazdan buraya gelin.
- Please come here soon if you don't mind.
Kısa süre içinde ona söylesen iyi olur.
- You'd better tell them soon.
Kısa süre içinde konuşmalıyız.
- We need to chat soon.
Eğer herkesle ve herhangi biriyle arkadaş olursan, çok geçmeden insanlar senin insanları memnun eden biri olduğunu düşünecekler.
- If you buddy up to everybody and anybody, pretty soon people will think you're just a people-pleaser.
Çok geçmeden şoku atlatacaktır.
- She will get over the shock soon.
Niçin bana onun burada olduğunu söylemedin? Olabildiğince erkenden bilmem gerekiyordu.
- Why didn't you tell me he was here? I had to know as soon as possible!
Biraz sonra gidiyorum çünkü otobüsüm yarım saat içinde hareket ediyor.
- I'm leaving soon because my bus goes in half an hour.
Ses biraz sonra kayboldu.
- Soon the sound died away.
O, kazadan hemen sonra öldü.
- He died soon after the accident.
Tom liseden mezun olduktan hemen sonra Boston'a geldi.
- Tom came to Boston soon after graduating from high school.
Ne kadar erken başlarsak, o kadar erken bitiririz.
- The sooner we start, the sooner we'll finish.
Onu ne kadar erken yaparsan, o kadar iyi.
- The sooner you do it, the better it is.
Az sonra Berlin'e uçuş rezervasyonumu yaptırmayı planlıyorum.
- I am planning to book my flights to Berlin soon after.
Gökyüzünün harika rengi az sonra yok oldu.
- The beautiful color of the sky soon faded away.
Bu yakın zamanda olacakmış gibi görünmüyor.
- It doesn't look as if that's going to happen any time soon.
Yakın zamanda eve gitmeyi planlıyor musun?
- Do you plan on going home anytime soon?
Babam yakında kırk yaşında olacak.
- My father will soon be forty years old.
O yakında hastaneden ayrılacak.
- She will leave the hospital soon.
Aptal parasını çabuk harcar.
- A fool and his money are soon parted.
Çabuk öğrenilirse, çabuk unutulur.
- Soon learnt, soon forgotten.
Ona yardım etmelisin, ve çabucak!
- You must help her, and soon!
Sana çabucak cevap vermediğim için üzgünüm.
- I'm sorry I didn't reply to you sooner.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned her 500 dollars.
Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned him 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent him 500 dollars.
Bu bir ev, şu ise camidir.
- This is a house and that is a mosque.
Karlarla örtülü şu dağa bak.
- Look at that mountain which is covered with snow.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Sen olmasaydın, o hâlâ hayatta olacaktı.
- If it hadn't been for you, he would still be alive.
Bizim restoran en iyisidir.
- Our restaurant is the best.
O bizim beyzbol sahamızdır.
- That is our baseball field.
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
- I'm sure he's going to be somebody someday.
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody answer the phone?
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Siz insanları anlamıyorum.
- I do not understand you.
Biri onu küvette boğmuştu.
- Somebody had drowned her in the bathtub.
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
- She screamed with horror as someone took hold of her arm.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Tom çok geçmeden idam edildi.
- Tom was executed soon after.
Sami çok geçmeden kaçtı.
- Sami escaped soon after.
Bu yeterince çabuk değil.
- That's not soon enough.
Tom yeterince çabuk hızlanmadı.
- Tom didn't accelerate soon enough.
I soon off to istanbul.
Az sonra Berlin'e uçuş rezervasyonumu yaptırmayı planlıyorum.
- I am planning to book my flights to Berlin soon after.
Tom çok yakında Boston'a geri dönmeyi planlamamıştı.
- Tom hadn't planned on going back to Boston so soon.
Buraya çok yakında varacağını düşünmedim.
- I didn't think you'd get here so soon.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
Onun kız arkadaşı Japon.
- His girlfriend is Japanese.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
- It'll be useless to stand against them.
Beni öldürmekle tehdit ettiler bu yüzden cüzdanımı onlara verdim.
- They threatened to kill me so I gave them up my wallet.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I bumped into your dad yesterday.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your father yesterday.
İki yaşındaki bir çocuk bu kadar hızlı koşabilir mi?
- Can a two-year-old boy run that fast?
Bugünlük bu kadar yeter.
- That's enough for today!
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
En erken cevabınız için teşekkürler!
- Thanks for your soonest answer!
Onların erkek çocuğunun adı John.
- Their son's name is John.
Onların ana dili Fransızca.
- French is their mother tongue.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
- I've never woken up this early.
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor.
- Hearing this song after so long really brings back the old times.
Sen neden daha yakında gelmedin?
- Why didn't you come sooner?
Tom'un doğum günü çok yakında.
- Tom's birthday is coming soon.
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
O, sırrı kendine sakladı.
- She kept the secret to herself.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
Bu eski madeni paraları ondan aldım.
- I got these old coins from her.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
- As long as you are with him, you can't be happy.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet him at the coffee shop.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
O, oryantal sanatında birazcık uzmandır.
- He is something of an expert on oriental art.
Biraz geç olduğunu biliyorum ama şimdi uğramamın bir sakıncası var mı? Seninle tartışmam gereken bir şeyim var.
- I know it's kind of late, but would you mind if I came over now? I have something I need to discuss with you.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
O, geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı.
- He began to work for that company last year.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
- She makes sure that her family eats a balanced diet.
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
- All of them are just here to pick up girls.
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
- They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
- I will teach you to play chess.
Bu kitabı sana vereceğim.
- I will give you this book.
Neden parka falan gitmiyoruz?
- Why don't we go to the park or something?
Sen bir polis falan mısın?
- Are you a cop or something?
Önemli bir şey biliyor gibi görünüyor.
- She seems to know something important.
Mary'yi gördüğüm her seferde, ondan yeni ve önemli bir şey öğreniyorum.
- Each time I see Mary, I learn something new and important from her.
Eğer o yardım etseydi iş daha çabuk biterdi.
- If only she were to help, the job would be finished sooner.
Daha çabuk gelmeliydin.
- You should've come sooner.
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
- I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
- I am surprised that she refused such a good offer.
En kısa zamanda buradan ayrılmak istiyorum.
- I want to leave here as soon as possible.
Lütfen bunu en kısa zamanda yapın.
- Please do it as soon as possible.
Onu yapar yapmaz onun bir hata olduğunu fark ettim.
- I realized it was a mistake as soon as I did it.
Bunu yapar yapmaz akşam yemeği hazırlığına başlamanı istiyorum.
- As soon as you have done that, I would like you to start preparing supper.
Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
Bu, onun kendi çizimi olan bir resimdir.
- This is a picture of her own painting.
Belki çok erken vazgeçtim.
- Maybe I gave up too soon.
Sadece çok erken vazgeçtik.
- We just gave up too soon.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Tom'un evrak çantasını burada bıraktığını fark eder etmez geri geleceğinden eminim.
- I'm sure Tom will come back as soon as he realizes he left his briefcase here.
Muhabirler Tom mahkeme salonunu terk eder etmez sorular sormaya başladı.
- The reporters started asking Tom questions as soon as he left the courtroom.
Bu e-postayı görür görmez lütfen hemen cevapla.
- As soon as you see this E-mail please reply right away.
Tartışma sona erer ermez, ben hemen ofisten ayrıldım.
- As soon as the argument ended, I left the office forthwith.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
Ekvatora yakın dar bir bölgede bulunan, tropik yağmur ormanları o kadar hızlı yok oluyorlar ki 2000 yılına kadar onların % 80 yok olabilir.
- The tropical rainforests, located in a narrow region near the equator, are disappearing so fast that by the year 2000 eighty percent of them may be gone.
Babam o kadar yaşlıdır ki o çalışamaz.
- My father is so old that he can't work.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
Hikayeye inanacak kadar öylesine aptal değildir.
- He is not such a fool as to believe that story.
Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
- It was such a hot day that we went swimming.
Çok yakında geri gelme.
- Don't come back too soon.
Ben çok yakında oraya gitmek istemiyorum.
- I don't want to get there too soon.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
- Someone has ripped out the first three pages of this book.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Ne kadar çabuk o kadar iyi.
- Sooner would be better.
Onu daha çabuk yapmalıydık.
- We should've done that sooner.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Onlardan kaç tanesinin yardıma ihtiyacı olduğunu bilmiyordum.
- He did not know how many of them needed help.
Böyle kirleticiler çoğunlukla otomobil motorlarındaki yakıt tüketiminden kaynaklanmaktadır.
- Pollutants like this derive mainly from the combustion of fuel in car engines.
İşte ben İngilizce'yi böyle öğrendim.
- This is how I learned English.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Tatoeba: Bizim sizden daha eski cümlelerimiz var.
- Tatoeba: We've got sentences older than you.
Ben senden daha güzelim.
- I am more beautiful than you.
Stevie Wonder'ın yeni albümü sende var mı?
- Do you have Stevie Wonder's new album?
Bir an önce Tom'a söylemelisin.
- You should tell Tom as soon as possible.
Bay Petro ve eşi çocuklarımı çok seviyor; ben de onunkileri çok seviyorum.
- Mister Petro and his wife love my children a lot; I love theirs a lot, too.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
As soon as he arrived, everyone gasped.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
Tom sensed that Mary was in pain.
- Tom Mary'nin acı çektiğini hissetti.
The police officer on duty sensed an elderly man coming up behind him.
- Görevli memur arkasından yaşlı bir adamın geldiğini hissetti.
Do you feel any pain in your stomach?
- Karnında herhangi bir acı hissediyor musun?
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
All that glitters is not gold.
- Parlayan her şey altın değildir.
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
They felt many emotions on their wedding day.
- Düğün günlerinde çok duygular hissettiler.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
Although each person follows a different path, our destinations are the same.
- Her insan farklı bir yol izlesede, hedeflerimiz aynıdır.
I think about that every single day.
- Her gün onu düşünürüm.
One should take good care of every single thing.
- Biri her şeye iyi bakmalı.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
Whatever has a beginning also has an end.
- Her yokuşun bir de inişi vardır.
He believes whatever I say.
- O, söylediğim her şeye inanır.
Whoever finds the bag must bring it here.
- Her kim çantayı bulursa onu buraya getirmelidir.
Give it to whoever wants it.
- Onu her kim isterse ona ver.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.
... we're not going to reach that goal anytime soon, but that the only way you can enforce ...
... sheep. As soon as I move into a city, those children convert from an asset to a liability. ...