Ayağımın tabanında bir nasır var.
- I have a callus on the sole of my foot.
Bütün bu yürüme ayaklarımın tabanlarını ve ayak parmaklarımı mahvediyor. Doğru ölçüde ayakkabılar alıp almadığımı merak ediyorum.
- All this walking is killing the soles of my feet and my toes. I wonder if I have the right size shoes.
Tek mutluluk kaynağım oldu.
- She was my sole source of happiness.
O, tek çocuk olduğu için, tek mirasçıydı.
- Being an only child, he was the sole inheritor.
Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
- One cannot live solely on air and love.
Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
- They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
Akşam yemeği için dil balığımız vardı. Dün gece akşam yemeği için ne yedin?
- For dinner, we had sole. ׁWhat did you have for dinner last night?
Bir aslan kesinlikle tek sırtlandan çok daha güçlüdür ancak orada aslanların üç katı kadar fazla sırtlan vardı.
- A lion is certainly much stronger than a sole hyena but there were three times as many hyenas there as lions.
Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.
- From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration.
Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.
- From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration.
Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
- One cannot live solely on air and love.
Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
- Empirical data is based solely on observation.
Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
- Only a few people showed up on time.
Partide yalnızca altı kişi vardı.
- Only six people were present at the party.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan.
Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.
- The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.
Sadece birkaç kişi beni anladı.
- Only a few people understood me.
Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.
- The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.
Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
- Only a few people showed up on time.
Partide yalnızca altı kişi vardı.
- Only six people were present at the party.
O, biricik oğlunu gömdü.
- She has buried her only son.
Biricik kızımız kanserden öldü.
- Our only daughter died of cancer.
Tek tekerlekli bir bisikletin sadece bir tekeri vardır.
- A unicycle has only one wheel.
Bir tek ben mi partiye gideceğim?
- Will I be the only one going to the party?
Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
- One cannot live solely on air and love.
Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
- They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
Ancak, sadece insan topluluğunun bir iletişim aracı olarak sözlü dili vardır.
- However, only the human community has verbal languages as a means of communication.
Ancak uzun bir tartışmadan sonra bir sonuca vardılar.
- Only after a long dispute did they come to a conclusion.
Kabul ediyorum, ama sadece tek bir şartla.
- I accept, but only under one condition.
Tom çok çalıştı ama sınavda başarısız oldu.
- Tom worked hard only to fail the exam.
Keşke sınav için daha sıkı çalışsaydım.
- If only I had studied harder for the exam.
Yani sonuçta, Web'i dil öğrenmede daha iyi bir yer yapmak için biz Tatoeba ile sadece temelleri inşa ediyoruz.
- So ultimately, with Tatoeba we are only building the foundations… to make the Web a better place for language learning.
The new chef was solely responsible for attending the grill.
... that "users" are someone who are the sole user of a device for a meaningful amount of ...