تعريف sighting في الإنجليزية التركية القاموس.
- (Askeri) göz teması
- nişan
- gözlem
- nişan alma
- sight gör
- görme
- (isim)şan alma
- (Askeri) GÖRME, GÖZ TEMASI: Fiili göz teması. Radar ve sonar temasları gibi temaslar bunun kapsamına girmez. Ayrıca bakınız: "contact report"
- tevcih
- sight
- {i} görme yeteneği
Kazada görme yeteneğini yitirdi.
- He lost his sight in the accident.
Kaza onu görme yeteneğinden mahrum bıraktı.
- The accident deprived him of his sight.
- sight
- görme
Trafik kazası, genç adamı görme yeteneğinden mahrum etti.
- The traffic accident deprived the young man of his sight.
Köpeği görür görmez kedi kaçtı.
- At the sight of the dog, the cat ran off.
- sight
- görüş alanı
Hedef görüş alanında.
- The target is in sight.
Onları görüş alanımdan çıkarın.
- Get them out of my sight.
- sight
- görünüş
Görünüşte şaşırmış gibi duruyordu.
- She stood astonished at the sight.
Taze ıstakozun görünüşü iştahımı açtı.
- The sight of fresh lobster gave me an appetite.
- sighting colour
- işaretleme boyası
- sighting distance
- görüş uzaklığı
- sighting shot
- deneme atışı
- sighting telescope
- gözetleme teleskobu
- sighting mechanism
- nisan alma düzeneği
- sighting angle
- (Askeri) NİŞAN AÇISI: Bir bombardımanda nişan hattının hedefleme noktası ile dikey arasındaki açı
- sighting bar
- (Askeri) NİŞAN ALMA TAHTASI: Büyütülmüş gez ve arpacığı, göz deliği ve hareket ettirilebilir bir hedefi bulunan tahta bir alet. Bu alet, erleri hafif ateşli silahlarda doğru nişan almada yetiştirmek için kullanılır. Göz deliği, öğrenciyi, gözünü uygun durumda tutmaya mecbur eder. Gez ve arpacık büyük olduğu için, nişan hataları gayet açık görülür
- sighting bar
- (Askeri) nişan alma tahtası
- sighting colour
- (Tekstil) işaretleme boyas ı
- sighting device
- yöneltme aracı
- sighting device
- yön verme aracı
- sighting disk
- (Askeri) NİŞAN KEPÇESİ: Bir sapı ve ortasındaki bir delik etrafında boyanmış küçük bir yuvarlak hedef noktası bulunan, kalın mukavva veya madeni disk. Kepçe; tespit edilmiş bir silahla birlikte, nişan eğitiminde kullanılır. Tüfek gerisindeki öğrenci, kepçe ortasının nişan hattı ile bir istikamete geldiğini kabul ettiği ana kadar öğretmen kepçeyi nişan levhası üzerinde gezdirir. Öğrencinin verdiği işaret üzerine noktayı işaretler. Bu şekilde yapılan üç noktalama bir nişan üçgenini (aiming group) veya (shot group) meydana getirir
- sighting disk
- (Askeri) nişan kepçesi
- sighting of a bill
- (Ticaret) poliçenin kabulü
- sighting of a bill of exchange
- (Ticaret) poliçenin kabulü
- sighting shot
- (Askeri) NİŞAN KONTROL ATIMI: Nişangahların doğru olarak ayarlanıp ayarlanmadığını kontrol için atılan deneme atımı
- sighting shot
- (Askeri) nişan kontrol atımı
- sighting telescope
- nişan teleskopu
- sighting telescope
- gözetleme teleskopu
- sight
- {i} görüntü
Görüntüden korkmuştu.
- He was frightened by the sight.
O, uzakta kürek çeken bir teknenin görüntüsünü gördü.
- She caught sight of a rowing boat in the distance.
- sight
- manzara
Manzarayı görmelisin.
- You should see the sight.
Ne güzel bir manzara!
- What a beautiful sight!
- sight
- görüş
Adam ilk görüşte âşık oldu.
- The man fell in love at first sight.
Ben ilk görüşte ona âşık oldum.
- I fell in love with her on first sight.
- sight
- {i} görünüm
Ham petrolün sonu görünümde.
- The end of the age of oil is in sight.
Ham petrol çağının sonu görünümde.
- The end of the era of petroleum is in sight.
- sight
- ümit
- sight
- (Kanun) ibrazında
- sight
- (Kanun) vadesiz
- sight
- bakış
Onun Shibuya bakışını yakaladım.
- I caught sight of her at Shibuya.
İlk bakışta, o nazik ve kibar görünüyordu.
- At first sight, he seemed kind and gentle.
- sight
- (Askeri) gözlem yapmak
- sight
- (Tıp) vü
- sight
- gürülmeye değer şey
- sight
- görünürde
Görünürde hiçbir umut yoktu.
- There was no hope in sight.
Görünürde hâlâ bir son yok.
- There's still no end in sight.
- sight
- rasat
- sight
- (Askeri) rasad
- sight
- {i} nazar
Allah'ının nazarında bütün insanlar eşittir.
- In the sight of God, all men are equal.
- sight
- nişan almak
- sight
- düşünce
Kötü hava nedeniyle, şehir gezisi düşünceleri terk edildi.
- Because of the bad weather, any thought of sight-seeing in the city was abandoned.
- sight
- görme gücü
Onun iyi bir görme gücü vardır.
- He has a good eye sight.
- sight
- görmek
Bir yılanı sadece görmek onu hasta ediyor.
- The mere sight of a snake makes her sick.
Akiruno şehrindeki manzaraları görmek istiyorum.
- I want to see the sights in Akiruno city.
- sight
- görülen şey
- sight
- ç.görülmeye değer yerler
- sight
- kanı
Kanın görünüşüne asla dayanamadım.
- I never could stand the sight of blood.
Manzara benim kanımı dondurdu.
- The sight made my blood freeze.
- sight
- {f} gör
İlk görüşte ona âşık oldu.
- He fell in love with her at first sight.
Taze ıstakozun görünüşü iştahımı açtı.
- The sight of fresh lobster gave me an appetite.
- sight
- korkunç ya da gülünç hal
- alien sighting
- 51. Bölgede turistlere uzaylılarla ilgili ele geçirilenleri gösterme
- alien sighting
- Bir tür turist yolma metodudur
- first look, first sighting
- ilk bakışta, ilk nisan
- axis of sighting
- (Askeri) OPTİK EKSEN; NİŞAN EKSENİ: Bir silahın nişangahından veya bir dürbünlü aletteki merceklerin optik merkezinden ve dışbükey merkezinden geçen hat
- bomb sighting systems
- (Askeri) TAKOMETRİK VEYA SENKRONİZE NİŞANGAHLAR: Nişan çizgisini hedef üzerinde tutarak ve böylece hedefe oranla sürati ve bazı durumlarda hedef boyunca yolu hesaplayarak bombayı otomatik olarak doğru bombardıman açısında salan nişan alma sistemleri
- bore sighting
- (Askeri) nişan hattı ayarı
- bore sighting
- (Askeri) nişan kontrolü
- bore sighting
- (Askeri) NİŞAN HATTI AYARI, NİŞAN KONTROLÜ: Bir silah veya anten eksenini, kendi nişan aletinin nişan hattı ile, optik veya elektronik şekilde, paralel hale getirme veya bir noktada birleştirme işlemi
- sight
- göz erimi
- sight
- {f} (aranan birini/bir şeyi) görmek
- sight
- {i} çoğ. görülecek yerler, turistik yerler
- sight
- görülecek şey
- sight
- (fiil) görmek, gözlemlemek, gözlemek, bakmak, nişan almak, hedeflemek, ibraz etmek (çek vb.)
- sight
- {i} nişangâh
- sight
- {f} bakmak
- sight
- {i} hal
Bizim halkların ilk bakışta görülebilenden daha çok ortak yönleri var.
- Our peoples have more in common than can be seen at first sight.
Görünürde hâlâ bir son yok.
- There's still no end in sight.
- sight
- {f} hedeflemek
- sight
- {i} göz
O, gözden uzak bir yere sözlüğünü sakladı.
- He hid his dictionary out of sight.
Biz onu gözden kaybettik.
- We have lost sight of him.
- sight
- {f} ibraz etmek (çek vb.)
- sight
- (Tıp) Görüş kuvveti, görme yeteneği
- sight
- müşahede
- sight
- çok miktar
- sight
- görüş,v.gör: n.görüş
- sight
- (Tıp) Gözün görebildiği mesafe, görme alanı
- sight
- sight draft ibrazında tediye olunacak poliçe
- sight
- {f} gözlemek
- sight
- {i} ihtimal
- sight
- {f} gözlemlemek
- sight
- sight unseen görmedensat
- sight
- (Askeri) NİŞAN ALMAK, TEVCİH ETMEK: Bir hedefe veya nişan noktasına bir silahla nişan almak veya optik bir cihazla bir silahı hedefe tevcih etmek. Bak. "aim"
- sight
- {i} görünüş, manzara: What a lovely sight you are! Bu ne güzellik böyle!
- sight
- çirkin bir şey
- sight
- {i} ibraz
- sight
- görme yetisi