تعريف sight في الإنجليزية التركية القاموس.
- {i} görme yeteneği
Tom bir trafik kazasında gözlerinden birinde görme yeteneğini kaybetti.
- Tom lost the sight in one of his eyes in a traffic accident.
Kaza onu görme yeteneğinden mahrum bıraktı.
- The accident deprived him of his sight.
- görme
Kaza onu görme yeteneğinden mahrum bıraktı.
- The accident deprived him of his sight.
Trafik kazası, genç adamı görme yeteneğinden mahrum etti.
- The traffic accident deprived the young man of his sight.
- görüş alanı
Onları görüş alanımdan çıkarın.
- Get them out of my sight.
Hedef görüş alanında.
- The target is in sight.
- görünüş
Kanın görünüşüne asla dayanamadım.
- I never could stand the sight of blood.
Görünüşte şaşırmış gibi duruyordu.
- She stood astonished at the sight.
- {i} görüntü
O, uzakta kürek çeken bir teknenin görüntüsünü gördü.
- She caught sight of a rowing boat in the distance.
Arkadaşlarımın görüntüsünü kaybettim.
- I lost sight of my friends.
- {i} kanı
Hasta kanı görünce bayıldı.
- The patient fainted at the sight of blood.
Kanın görünüşü onu heyecanlandırdı.
- The sight of blood made her excited.
- {i} görünüm
Ham petrolün sonu görünümde.
- The end of the age of oil is in sight.
Ham petrol çağının sonu görünümde.
- The end of the era of petroleum is in sight.
- (Kanun) ibrazında
- (Kanun) vadesiz
- bakış
Onun Shibuya bakışını yakaladım.
- I caught sight of her at Shibuya.
İlk bakışta, o nazik ve kibar görünüyordu.
- At first sight, he seemed kind and gentle.
- (Askeri) gözlem yapmak
- (Tıp) vü
- gürülmeye değer şey
- görünürde
Görünürde hiçbir umut yoktu.
- There was no hope in sight.
Derinleşen ekonomik krizin görünürde bir sonu var mı?
- Is there any end in sight to the deepening economic crisis?
- rasat
- (Askeri) rasad
- görme gücü
Onun iyi bir görme gücü vardır.
- He has a good eye sight.
- {i} nazar
Allah'ının nazarında bütün insanlar eşittir.
- In the sight of God, all men are equal.
- görüş
Ben ilk görüşte ona âşık oldum.
- I fell in love with her on first sight.
İlk görüşte ona âşık oldun mu?
- Did you fall in love with her at first sight?
- nişan almak
- düşünce
Kötü hava nedeniyle, şehir gezisi düşünceleri terk edildi.
- Because of the bad weather, any thought of sight-seeing in the city was abandoned.
- görmek
Akiruno şehrindeki manzaraları görmek istiyorum.
- I want to see the sights in Akiruno city.
Gerçeği söylemek gerekirse, onu çok görmekten nefret ediyorum.
- To tell the truth, I hate the very sight of him.
- manzara
Güzel bir manzaraydı.
- It was a beautiful sight.
Araba kazası olay yeri korkunç bir manzaraydı.
- The scene of the car accident was a horrifying sight.
- görülen şey
- ç.görülmeye değer yerler
- {f} gör
İlk görüşte ona âşık oldu.
- He fell in love with her at first sight.
Görünüşte şaşırmış gibi duruyordu.
- She stood astonished at the sight.
- korkunç ya da gülünç hal
- göz erimi
- nişangâh
- {f} (aranan birini/bir şeyi) görmek
- görülecek şey
- (fiil) görmek, gözlemlemek, gözlemek, bakmak, nişan almak, hedeflemek, ibraz etmek (çek vb.)
- {f} bakmak
- {i} hal
Bizim halkların ilk bakışta görülebilenden daha çok ortak yönleri var.
- Our peoples have more in common than can be seen at first sight.
Dün, halam görüşünü yeniden kazandı.
- Yesterday, my aunt regained her sight.
- {i} ümit
- {f} hedeflemek
- {i} göz
O, gözden uzak bir yere sözlüğünü sakladı.
- He hid his dictionary out of sight.
Adam kalabalığın içinde gözden kayboldu.
- The man was lost sight of in the crowd.
- {f} ibraz etmek (çek vb.)
- (Tıp) Görüş kuvveti, görme yeteneği
- müşahede
- çok miktar
- görüş,v.gör: n.görüş
- (Tıp) Gözün görebildiği mesafe, görme alanı
- sight draft ibrazında tediye olunacak poliçe
- {f} gözlemek
- {i} ihtimal
- {f} gözlemlemek
- sight unseen görmedensat
- (Askeri) NİŞAN ALMAK, TEVCİH ETMEK: Bir hedefe veya nişan noktasına bir silahla nişan almak veya optik bir cihazla bir silahı hedefe tevcih etmek. Bak. "aim"
- {i} görünüş, manzara: What a lovely sight you are! Bu ne güzellik böyle!
- çirkin bir şey
- {i} ibraz
- görme yetisi
- sight base
- (Askeri) nişangah kaidesi
- sight bill
- (Ticaret) ibrazında
- sight blade
- (Askeri) arpacık
- sight blade
- (Askeri) çubuk arpacık
- sight cover
- (Askeri) nişangah mahfazası
- sight door
- kontrol kapağı
- sight draft
- (Kanun,Ticaret) ibrazında ödenecek poliçe
- sight draft
- (Ticaret) ibrazından ödenecek poliçe
- sight entry
- muayene senedi
- sight gauge
- seviye göstergesi
- sight gauge
- seviye müşiri
- sight glass
- gözetleme camı
- sight glass
- kontrol penceresi
- sight radius
- (Askeri) gez-arpacık mesafesi
- sight test
- (Ticaret) gözden geçirme
- sight unit
- (Spor) nişangah
- sight bill
- görüldüğünde ödenmesi gereken poliçe
- sight distance
- görüş uzaklığı
- sight draft
- görüldüğünde ödenecek poliçe
- sight payment
- görüldüğünde ödeme
- sight seeing
- gezme
- sight unseen
- görmeden (satın almak)
- sight-reading
- görür görmez çalma
- sight-reading
- görür görmez okuma
- sight check
- görme kontrol
- sight checking
- gözle denetim
- sight glass
- Bir kabin, deponun vs. dış yüzeyine yerleştirilmiş sıvı seviye göstergesi, gözetleme camı
- sight hound
- görme tazı
- sight payment
- (Finans) Belgelerin ibrazında yapılan ödeme
- sight reading
- (Muzik) parçayı hazırlıksız okuma veya enstrümanı hazırlıksız çalma
- sight sing
- Bir şarkıyı ilk görüşte, hazrlıksız okumak
- sight to
- görüş için
- sight unseen
- görme görülmemiş
- sight word
- Okuyucunun okurken otomatik olarak bildiği, anlamladırdığı kelime
- sight-impaired
- Görme bozukluğu olan
- sight-see
- görüş-Bak
- sight base
- (Askeri) NİŞANGAH KAİDESİ, NİŞAN TERTİBATI KAİDESİ: Bir silah nişan tertibatına mahsus mesnet
- sight blade
- (Askeri) ÇUBUK ARPACIK: Bazı ateşli silahlarda arpacık olarak kullanılan ince, yassı madeni çubuk
- sight bracket
- (Askeri) NİŞANGAH YATAĞI, NİŞAN TERTİBATI YATAĞI: Çıkarılıp takılabilen bir nişan tertibatını, bir silaha takıldığı zaman tutmaya yarayan parça
- sight cover
- (Askeri) NİŞANGAH MAHFAZASI, NİŞAN TERTİBATI MAHFAZASI: Sarsıntı veya darbelerden ayarının bozulmaması için nişan tertibatı etrafına tespit edilen koruyucu madeni mahfaza
- sight credit
- (Ticaret) belge mukabili akreditif
- sight defilade
- (Askeri) SÜTRE YÜKSEKLİĞİ: Tepe vs. gibi bir engel vasıtasıyla, bir cismi veya mevzii düşman gözetlemesine karşı gizleyen düşey mesafe
- sight extension
- (Askeri) İLAVE NİŞANGAH AYAĞI: Bir nişan tertibatının kaide veya hamilini daha iyi ve engelsiz bir görüş sağlamak maksadıyla kaldıran bir parça
- sight leaf
- (Askeri) nişangah levhası
- sight leaf
- (Askeri) NİŞANGAH LEVHASI: Bir nişangahın, kaldırılıp istenilen mesafeye göre ayarlanan ve kullanılmadığı zaman yatırılabilen, bir menteşe üzerinde müteharrik parçası
- sight letter of credit
- (Ticaret) ibrazında ödemeli akreditif
- sight radius
- (Askeri) GEZ-ARPACIK MESAFESİ: Bir silahın gezi ile arpacığı arasındaki mesafe
- sight read
- bakarak çalmak
- sight read
- bakarak söylemek
- dear to sight
- Göze güzel görünen
- at first sight
- görür görmez
- by sight
- sima olarak
Tom beni sima olarak tanır, bundan eminim.
- Tom knows me by sight, I'm sure of that.
Tom'u sima olarak tanıyor musun?
- Do you know Tom by sight?
- no end in sight
- uçsuz bucaksız
- sighting
- nişan alma
- after sight
- (Ticaret) görüldükten sonra
- angle of sight
- (Askeri) nişan açısı
- at sight
- görünürde
- at sight
- avisto
- back sight
- (Askeri) gez
- back sight
- (Askeri) nişangah
- be in sight
- görülmek
- bomb sight
- (Askeri) vizör
- by sight
- şahsen
Onu ismen tanırım fakat şahsen değil.
- I know her by name, but not by sight.
Onu ismen tanırım fakat şahsen değil.
- I know him by name, but not by sight.
- come into sight
- görünmek
- computing sight
- (Askeri) hesap nişangahı
- disappear from sight
- gözden kaybolmak
- eye sight
- görüş uzaklığı
- fore sight
- (Askeri,Avcılık) arpacık
- front sight
- tüfekte arpacık
- in sight
- gözle görülür
- in sight
- göz önünde
- in sight
- meydanda
- in the sight of
- nazarında
- keep in sight
- (Dilbilim) göz önünde bulundurmak
- line of sight
- gözlem hattı
- lost from sight
- gözden uzaklaşmak
- muzzle sight
- (Askeri) arpacık
- not by a long sight
- katiyen
- payable at sight
- (Ticaret) peşin
- post sight
- (Askeri) çubuk arpacık
- rear sight
- tüfekte gez
- second sight
- (deyim) altıncı his
- sighting
- (Askeri) göz teması
- sighting
- tevcih
- sightless
- gözleri görmeyen
- sights
- görülecek yerler
Roma'da bütün görülecek yerleri bir günde görmek imkansızdır.
- It's impossible to see all the sights in Rome in one day.
- sights
- turistik yerler
- telescopic sight
- (Askeri) dürbünlü nişan tertibatı
- wait for a sight of
- görmek için beklemek
- angle of sight
- görüş açısı
- at first sight
- ilk görüşte
Tom Mary ile bir partide tanıştı, ve o ilk görüşte aşktı.
- Tom met Mary at a party, and it was love at first sight.
İlk görüşte ona âşık oldu.
- She fell in love with him at first sight.
- at sight
- ibrazında
- at sight
- görüldüğünde
- back sight
- geri rasat
- bar sight
- çubuk nişangah
- catch sight of
- bir an görmek
- catch sight of
- gör
Tesadüfen nadir bir kelebeği gördü.
- He happened to catch sight of a rare butterfly.
- catch sight of
- bir an gözüne ilişmek
- come into sight
- görünmeye başlamak
- draft at sight
- görüldüğünde ödenecek poliçe
- eye sight
- görme gücü
- get out of sight
- ortadan kaybolmak
- go on a sight-seeing tour
- tura çıkmak
- go out of sight
- gözden kaybolmak
- heave in sight
- görüş mesafesine girmek
- hind sight
- geri bakış
- in sight
- görünürde
Görünürde kimse yoktu.
- There wasn't a soul in sight.
Görünürde hiçbir umut yoktu.
- There was no hope in sight.
- in the sight of
- in nazarında
- keep out of sight
- hiç görünmemek
- keep out of sight
- hiç gözükmemek
- line of sight
- görüş hattı
- line of sight rate function
- gözlem hattı oran fonksiyonu
- lose sight of
- unutmak
- lose sight of
- gözden kaybetmek
- lose sight of
- gözden kaybet
- optical sight
- optik görüş
- optical sight reticle
- optik görüş nişangahı
- organ of sight
- görme kılganı
- out of sight
- kazık marka
- out of sight
- fahiş
- out of sight
- gözden uzak
Gözden uzak kalmaya çalışın.
- Try to stay out of sight.
Adamlarına söyle gözden uzak dursunlar.
- Tell your men to stay out of sight.
- panoramic sight
- genel görüş
- pay at sight
- görüldüğünde ödeme
- payable at sight
- görüldüğünde ödenecek
- perceive by sight
- görerek anla
- rear sight
- gez
- second sight
- önsezi
- sighted
- {f} gör
- sighted
- kör olmayan
- sighting
- nişan
- sighting
- gözlem
- sightless
- kör
- sights
- görülmeye değer yerler
Biz Yokohama'nın görülmeye değer yerlerini gezdik.
- We did the sights of Yokohama.
Buralarda görülmeye değer yerler nedir?
- What are the main sights around here?
- telescope sight
- teleskopla bakma
- telescopic sight
- teleskopik bakış
- upon sight
- görüldüğünde
- a sight
- k. dili çok daha: İt´s a sight dirtier than İ thought it´d be. Tahmin ettiğimden çok daha kirli
- bar sight
- çubuk nişangâh
- be unable to bear/stand the sight of
- -i hiç çekememek, -e hiç tahammül edememek
- by sight payment
- (Finans) Belgelerin ibrazında yapılan ödeme ile
- keenness of sight
- görme keskinlik
- know s.o. by sight only
- birini sadece yüzünden tanımak
- laser sight
- Lazer görüşü
- lose sight of
- 1. -i gözden kaybetmek. 2. -i unutmak
- loss of sight
- görme kaybı
- love at first sight
- İlk görüşte aşk, yıldırım aşkı
- play at sight
- bakışta oyun
- what a sight
- ne bu hal
- sighted
- {s} görüşlü
- sighted
- {s} gören
- sighted
- {s} görebilen
- sighted
- {s} gözleri gören
- sighted
- {s} görülen
- sighted
- sight gör
- sighting
- sight gör
- sighting
- görme
- sighting
- (isim)şan alma
- sighting
- (Askeri) GÖRME, GÖZ TEMASI: Fiili göz teması. Radar ve sonar temasları gibi temaslar bunun kapsamına girmez. Ayrıca bakınız: "contact report"
- sightless
- sightlessnesskörlük
- sightless
- görmez
- sightless
- görünmez
- sightless
- kör olarak
- sightless
- sightlesslygörmeden
- sightless
- {s} görmeyen
- sightless
- göremeyen
- sights
- görünüş/görülecek yer
- sights
- sight gör