تعريف sebep في التركية الإنجليزية القاموس.
- reason
There is no reason why he should resign.
- Onun istifa etmesi için bir sebep yok.
I'm never angry without reason.
- Sebep olmadan asla kızgın olmam.
- cause
It transpired that fire was caused by a careless smoker.
- Yangına dikkatsiz bir sigara içicisinin sebep olduğu ortaya çıktı.
It is a complete mystery what caused the accident.
- Bu kazaya neyin sebep olduğu tam bir sır.
- why
Can you think of any reason why Tom and Mary shouldn't get married?
- Tom ve Mary'nin niçin evlenmemeleri gerektiği hakkında herhangi bir sebep düşünebiliyor musun?
There are a good many reasons why you shouldn't do it.
- Onu yapmaman için çok sayıda sebepler var.
- cause, reason
- caus
It is a complete mystery what caused the accident.
- Bu kazaya neyin sebep olduğu tam bir sır.
An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami.
- Richter ölçeğine göre 8.9 şiddetinde bir deprem, Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye sebep oldu.
- (deyim) give cause for
- justification
- (Hukuk) factor
- causation
- consideration
- means, medium
- cause, reason neden
- inducement
- pretext, excuse
- ground
So far, your action seems completely groundless.
- Şimdiye kadar, eyleminiz tamamen sebepsiz görünmektedir.
The people's fears aren't groundless.
- Halkın korkuları sebepsiz değildir.
- subject
- occasion
- account
Although CFIT accounted for just over a third of crashes in the past six years, it caused 53% of the deaths.
- CFIT son altı yıldır çarpışmaların sadece üçte birinin üzerinde olduğunu açıklamasına rağmen ölümlerin %53'üne sebep oldu.
- motive
Detectives considered different motives for the murder.
- Dedektifler cinayet için farklı sebepler düşündüler.
- score
- matter
No matter where you look you can see damage caused by the earthquake.
- Nereye bakarsan bak depremin sebep olduğu hasarı görebilirsin.
- give reason
- grounds
- sebep olmak
- cause
We want to cause the least possible harm.
- Biz mümkün olan en az zarara sebep olmak istiyoruz.
I didn't want to cause a scene.
- Bir olaya sebep olmak istemedim.
- sebep olan
- (Politika, Siyaset) conducive
- sebep olmak
- induce
- sebep olmak
- bring about
- sebep olmak
- lead to
- sebep olmak
- provoke
- sebep olan
- caused
- sebep olan
- occasioned
- sebep olarak
- causing
- sebep olmak
- bring forth
- sebep olmak
- stir up
- sebep olmak
- give
- sebep olmak
- (deyim) bring along
- sebep olmak
- give rise to
- sebep olmak
- result in
- sebep olmak
- (deyim) culminate in
- sebep olmak
- incline
- sebep olmak
- incur
- sebep olmuş
- caused
- sebep vermek
- cause
- sebep sonuç
- Cause and effect
- sebep bilgisi
- aetiology
- sebep gösteren
- causal
- sebep gösterme
- essoin
- sebep göstermek
- give a reason (for something)
- sebep göstermek
- show reason
- sebep hısımlığı
- (Kanun) kinship by marriage
- sebep ileri sürmek
- show cause
- sebep ileri sürmek
- come up with a reason
- sebep olan
- facient
- sebep olan kimse
- begetter
- sebep olan sebepsiz kalsın! May he suffer
- for this! (said of someone who has wronged one)
- sebep olmak
- inspire
- sebep olmak
- to bring about, cause
- sebep olmak
- to cause, to occasion
- sebep sonuç ilişkisi
- cause and effect relation
- sebep teşkil etmeyen
- noncausal
- sebep-sonuç tablosu
- cause-effect diagram
- sebep ol
- cause
It is a complete mystery what caused the accident.
- Bu kazaya neyin sebep olduğu tam bir sır.
I deeply regret having caused the accident.
- Kazaya sebep olduğuma son derece pişmanım.
- sebep ol
- lead to
They believed it might lead to trouble.
- Onun sıkıntıya sebep olabileceğine inanıyorlardı.
- esas sebep
- (Ticaret) main reason
- geçerli sebep
- (Kanun) probable cause
- sebepler
- causes
Sami didn't die of natural causes.
- Sami doğal sebeplerden dolayı ölmedi.
She died of natural causes.
- Doğal sebeplerden öldü.
- uzak sebep
- (Sigorta) remote cause
- yakın sebep
- (Sigorta) proximate cause
- yakın sebep
- (Latin) causa proxima
- sebep ol
- give rise to
- sebep ol
- given rise to
- sebep ol
- made&
- sebep ol
- {f} caused
I deeply regret having caused the accident.
- Kazaya sebep olduğuma son derece pişmanım.
It transpired that fire was caused by a careless smoker.
- Yangına dikkatsiz bir sigara içicisinin sebep olduğu ortaya çıktı.
- sebep ol
- gave rise to
- sebep olmak
- bring on
- hafifletici sebep
- (Kanun) Extenuating circumstance
- hansen basilinin sebep olduğu deri hastalığı
- hansen skin disease caused by bacillus
- mücbir sebep
- Force majeure
- sebep olmak
- caused
- Gemilerin Denizde Sebep Olduğu Kirlenmeyi Önleme Uluslar Arası Sözleşmesi
- (Askeri) International Convention for the Prevention of Pollution from Ships
- esas sebep
- mainspring
- fiili sebep
- (Kanun) factual reason
- geçerli sebep gösterilmezse kesinleşen boşanma
- decree nisi
- hukuken geçerli sebep
- (Kanun) good cause
- hukuki sebep
- (Kanun) legal reason
- hukuki sebep
- (Kanun) cause of action
- hukuki sebep
- (Latin) justa causa
- maddi sebep
- (Kanun) factual reason
- makul sebep
- (Hukuk) reasonable ground
- mucip sebep
- justification, sufficient reason, good cause
- mücbir sebep
- (Hukuk) vis major, force majeur
- ona sebep
- for that reason, accordingly
- ona sebep
- colloq . for that reason, on account of that, owing to that
- sebep ol
- occasion
- sebep olmak
- brew
- sebep sonuç
- causation
- sebepler
- etiology
- yeterli sebep
- (Pisikoloji, Ruhbilim) sufficient reason
- zorlayıcı sebep
- force majeure