sebebiyle

listen to the pronunciation of sebebiyle
التركية - الإنجليزية
on the grounds of

She resigned on the grounds of ill health. - O, kötü sağlık sebebiyle istifa etti.

in consequence of
owing to

The dam burst owing to the heavy rain. - Yoğun yağış sebebiyle baraj taştı.

by reason of
for the reason that
on the ground of
on the ground that
because of

The trip was canceled because of the terrible storm. - Şiddetli fırtına sebebiyle gezi iptal edildi.

The trip was canceled because of the terrible storm. - Şiddetli fırtına sebebiyle seyahat iptal edildi.

hence
because of, owing to
for

She was ashamed of herself for her carelessness. - Dikkatsizliği sebebiyle kendinden utanıyordu.

Eventually, he was sentenced to five years in prison for the violent crime. - Sonuçta, o şiddet suçu sebebiyle beş yıl hapis yatmıştı.

due

Due to recent events, it is completely impossible for me to focus on my work. - Son zamanlardaki olaylar sebebiyle, kendimi işime vermem tamamen imkansız.

Ladies and gentlemen, due to an accident at the airport, our arrival will be delayed. - Bayanlar baylar, havaalanındaki bir kaza sebebiyle varışımız gecikecek.

reason
consequence
sebep
reason

I'm never angry without reason. - Sebep olmadan asla kızgın olmam.

They lack an ideal, a reason to get up in the morning. - Onların bir ideali sabahları kalkmak için bir sebepleri yok.

sebep
cause

It transpired that fire was caused by a careless smoker. - Yangına dikkatsiz bir sigara içicisinin sebep olduğu ortaya çıktı.

Cause and effect react upon each other. - Sebep ve sonuç birbirlerine tepki yaparlar.

sebebiyle yüzünden
on account of
sebebiyle, yüzünden
on account of
sebep
{i} why

Can you think of any reason why Tom and Mary shouldn't get married? - Tom ve Mary'nin niçin evlenmemeleri gerektiği hakkında herhangi bir sebep düşünebiliyor musun?

Is there any reason why I must obey him? - Ona boyun eğmem için herhangi bir sebep var mı?

sebep
{i} ground

The people's fears aren't groundless. - Halkın korkuları sebepsiz değildir.

So far, your action seems completely groundless. - Şimdiye kadar, eyleminiz tamamen sebepsiz görünmektedir.

sebep
cause, reason
sebep
motive

Detectives considered different motives for the murder. - Dedektifler cinayet için farklı sebepler düşündüler.

sebep
{i} subject
sebep
caus

Cause and effect react upon each other. - Sebep ve sonuç birbirlerine tepki yaparlar.

An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami. - Richter ölçeğine göre 8.9 şiddetinde bir deprem, Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye sebep oldu.

sebep
(deyim) give cause for
sebep
justification
sebep
{i} occasion
sebep
score
sebep
matter

No matter where you look you can see damage caused by the earthquake. - Nereye bakarsan bak depremin sebep olduğu hasarı görebilirsin.

sebep
(Hukuk) factor
sebep
give reason
ikmal sebebiyle harekata hazır olmayan
(Askeri) not operationally ready, supply
normal; bakım sebebiyle harekata hazır olmayan
(Askeri) normal; not operationally ready, maintenance
sebep
causation
sebep
consideration
sebep
means, medium
sebep
cause, reason neden
sebep
inducement
sebep
pretext, excuse
sebep
account

Although CFIT accounted for just over a third of crashes in the past six years, it caused 53% of the deaths. - CFIT son altı yıldır çarpışmaların sadece üçte birinin üzerinde olduğunu açıklamasına rağmen ölümlerin %53'üne sebep oldu.

sebep
grounds
التركية - التركية
Nedeniyle, dolayısıyla, yüzünden
cihetiyle
Sebep
(Osmanlı Dönemi) DAİ
Sebep
illet
Sebep
saik
Sebep
Sebep
mucip
Sebep
saika
sebep
Bir şeyin olmasına veya belli bir hâlde bulunmasına yol açan şey: "Aynayı kırmamın hiçbir sebebi yoktur."- S. F. Abasıyanık
sebep
Bir şeyin olmasına veya belli bir hâlde bulunmasına yol açan şey
sebebiyle
المفضلات