Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- I've got nothing to say to him.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent him 500 dollars.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that is better.
Bu bir postane, şu ise bir bankadır.
- This is a post office and that is a bank.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Bizim restoran en iyisidir.
- Our restaurant is the best.
Tatoeba Projesi bizim sanal evimizdir.
- Tatoeba Project is our virtual home.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody answer the phone?
Siz insanları anlamıyorum.
- I don't see your point.
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Biri onu küvette boğmuştu.
- Somebody had drowned her in the bathtub.
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
- She screamed with horror as someone took hold of her arm.
Birisinin kapıyı çaldığını duydum.
- I heard someone knock on the door.
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
- This is John and that is his brother.
Onun kız arkadaşı Japon.
- His girlfriend is Japanese.
Nagasaki çevresinde onlara rehberlik edebilmem için kadınla birlikte gittim.
- I went with the women so that I could guide them around Nagasaki.
Beni öldürmekle tehdit ettiler bu yüzden cüzdanımı onlara verdim.
- They threatened to kill me so I gave them up my wallet.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your father yesterday.
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Ver onu. Sahip olduğunun hepsi bu kadar mı?
- Hand it over. That's all you've got?
Keşke o gitarı alabilsem.
- I wish I could buy that guitar.
Keşke o zaman bütün hikayeyi bana anlatsaydın!
- If only you had told me the whole story at that time!
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
- He said to himself, Will this operation result in success?
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
Onların erkek çocuğunun adı John.
- Their son's name is John.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
- Their trip has been cancelled due to rain.
Doktor böylesine acil bir durumla nasıl başa çıkacağını biliyordu.
- The doctor knew how to cope with an emergency like this.
Böylesine loş bir odada çalışmak imkansızdır.
- It's impossible to work in a room this dim.
Onun elleri buz kadar soğuktu.
- Her hands were as cold as ice.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
- I've never woken up this early.
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
- Never be this late again.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
O, sırrı kendine sakladı.
- She kept the secret to herself.
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet him at the coffee shop.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Kendisine Fransızca öğretti.
- He taught himself French.
Tom Mary'den yiyecek bir şey alabilmesi için biraz para istedi.
- Tom asked Mary for some money so he could buy something to eat.
Köpeğini besleyecek bir şey almak için biraz paraya ihtiyacı vardı.
- She needed some money to buy something to feed her dog.
Allah'a inanan kim böyle bir şey yapardı?
- Who that believes in God would do such a thing?
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
- How dare you speak to me like that?
O, geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı.
- He began to work for that company last year.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
- She makes sure that her family eats a balanced diet.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
- She is on a diet for fear that she will put on weight.
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
- I will teach you to play chess.
Öğle yemeğin için bir sandviç falan hazırlayacağım.
- I'll fix a sandwich or something for your lunch.
Sen bir polis falan mısın?
- Are you a cop or something?
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.
- Tom wanted to tell Mary something important.
Yumi oraya kendi gitti.
- Yumi went there by herself.
Bu, onun kendi çizimi olan bir resimdir.
- This is a picture of her own painting.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
- Some doctors say something to please their patients.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.
- It is lucky that the weather should be so nice.
Babam o kadar yaşlıdır ki o çalışamaz.
- My father is so old that he can't work.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
Öylesine büyük bir malikhâneyi nasıl idare edeceğimi bilmiyorum.
- I don't know how to manage that large estate.
Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
- It was such a hot day that we went swimming.
Gerçek şu ki onun babası işten dolayı New York'ta yalnız yaşıyor.
- The fact is that his father lives alone in New York because of work.
Bıçak o kadar kördü ki onunla eti kesemedim ve benim çakımı kullanmak zorunda kaldım.
- The knife was so dull that I couldn't cut the meat with it and I had to use my pocketknife.
O kadar hızlı koştu ki ona yetişemedik.
- He ran so fast that we couldn't catch up with him.
O, o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- He ran so fast that I couldn't catch up with him.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
- Someone has ripped out the first three pages of this book.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Onlardan hiçbirinin kaza geçirmediğini umuyorum.
- I hope that none of them got into an accident.
Onlardan kaç tanesinin yardıma ihtiyacı olduğunu bilmiyordum.
- He did not know how many of them needed help.
Ben böyle bir şapka almakla ilgileniyorum.
- I am interested in getting a hat like this.
Böyle bir sözlükte buzdolabı ile ilgili en az iki cümle olmalıdır.
- In a dictionary like this one there should be at least two sentences with fridge.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Ben sizden özür dilemeliyim.
- I must beg your pardon.
Stevie Wonder'ın yeni albümü sende var mı?
- Do you have Stevie Wonder's new album?
Senden küçük bir yardıma ihtiyacım var.
- I need a little help from you.
Bay Petro ve eşi çocuklarımı çok seviyor; ben de onunkileri çok seviyorum.
- Mister Petro and his wife love my children a lot; I love theirs a lot, too.
Bu araba onunki gibi görünüyor.
- It looks like this car is his.
Birinin adını daha sonraki kuşaklarda yükseltmek ve böylece birinin ebeveynlerini övmek, bu anne babaya saygının en büyük ifadesidir.
- To raise one's name in later generations and thereby glorify one's parents, this is the greatest expression of filial piety.
Kitaplar birinin aklının ürünleridir.
- Books are the offspring of one's mind.
Daha kaliteli olanlarına sahip misin?
- Do you have better quality ones?
Eski olanlarının yanı sıra çağdaş Farsça şiirler batı dünyasında bilinmemektedir.
- Contemporary Persian poems haven’t been known in west world as well as ancient ones.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
- He thinks he is somebody, but really he is nobody.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
Neden kimseye söylemedin?
- Why didn't you tell someone?
Birinin kafasından neler geçtiğini kimse kesin olarak bilemez.
- No one ever really knows what's going through someone else's head.
İstasyona giderken ben seni geçtim.
- I can beat you to the station.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Sizin hangi tür şarabınız var?
- What kind of wine do you have?
Bu otobüs sizi müzeye götürecek.
- This bus will take you to the museum.
Size patatesleri haşlayacağım.
- I'll boil you the potatoes.
Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
- You are not allowed to violate the rules.
Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.
- I really look forward to your visit in the near future.
Bugün senin öğle yemeğin için parayı ben ödeyeceğim.
- I'll pay the money for your lunch today.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
That it is.
I like the song that you wrote.
That was an interesting example.
I'm just not that sick.
That battle was in 1450.
He told me that the book is a good read.
He must die that others might live.
This is probably their cat.
She treated them for a cold. (direct object).
If there be found among you, within any of thy gates which the LORD thy God giveth thee, man or woman, that hath wrought wickedness in the sight of the LORD thy God, in transgressing his covenant, nd hath gone and served other gods, and worshipped them, either the sun, or moon, or any of the host of heaven, which I have not commanded; nd it be told thee, and thou hast heard of it, and enquired diligently, and, behold, it be true, and the thing certain, that such abomination is wrought in Israel: hen shalt thou bring forth that man or that woman, which have committed that wicked thing, unto thy gates, even that man or that woman, and shalt stone them with stones, till they die.
Them kids need to grow up.
This classroom is where I learned to read and write.
I met this woman the other day who's allergic to wheat. I didn't even know that was possible!.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
You will suffer because of that.
- You'll suffer because of that.
It was because of her that he lived so miserably.
- It was down to her that he lived so miserably.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
Music that doesn't transmit feelings, images, thoughts, or memories is just background noise.
- Hisleri, görüntüleri, düşünceleri ya da anıları iletmeyen müzik sadece arka fon gürültüsüdür.
I have a prickling sensation in my left eye.
- Benim sol gözümde bir karıncalanma hissi var.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
Tom sensed that Mary was in pain.
- Tom Mary'nin acı çektiğini hissetti.
I sensed what was happening.
- Ne olduğunu hissettim.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
Do you feel any pain in your stomach?
- Karnında herhangi bir acı hissediyor musun?
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
Tom came into the living room, not wearing any pants.
- Tom herhangi bir pantolon giymeden oturma odasına girdi.
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
Tom is omnilingual. He can speak every language on Earth.
- Tom omnilingualdir. O, Dünya'daki her dili konuşabilir.
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
I always felt emotionally abused.
- Kendimi hep duygusal olarak kötüye kullanılmış hissettim.
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
Although each person follows a different path, our destinations are the same.
- Her insan farklı bir yol izlesede, hedeflerimiz aynıdır.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
Every single word you say is a lie.
- Söylediğin her söz bir yalan.
He was in favor of equality for all.
- O, herkes için eşitliğin lehindeydi.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
I will lend you whatever book you need.
- İhtiyacın olan her kitabı sana ödünç vereceğim.
You can eat whatever you like.
- Her ne istiyorsanız yiyebilirsiniz.
Give it to whoever wants it.
- Onu her kim isterse ona ver.
Whoever comes will be welcomed.
- Her gelen sıcak karşılanacak.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.