savaşmak

listen to the pronunciation of savaşmak
التركية - الإنجليزية
fight

Americans simply had no desire to fight. - Amerikalıların sadece savaşmak için herhangi bir arzusu yoktu.

Some were unwilling to fight. - Bazıları savaşmak için isteksiz.

battle
war

Bush doesn't want to make wars in order to control Central Asian oil. - Bush Orta Asya petrolünü kontrol etmek için savaşmak istemiyor.

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

make war

Bush doesn't want to make wars in order to control Central Asian oil. - Bush Orta Asya petrolünü kontrol etmek için savaşmak istemiyor.

fight a battle
struggle
campaign
conflict
to fight, battle, wage war
contend
strive against
wage war against
strive with
(karşı) battle against
to fight, to battle, to war; to fight (against) sth, to battle, to combat
to fight (against) (someone, something)
(için) battle for
wage war on smb
{f} combat
fight something
wage a battle
fight against

You have to fight against this other woman. - Bu diğer kadına karşı savaşmak zorundasın.

Everybody must unite to fight against AIDS. - Herkes AIDS'e karşı savaşmak için birleşmelidir.

striving
wage a fight
wage war with
wage war on
wage war
wage a war
join battle
battle for
savaş
warfare

Dan was an expert at psychological warfare. - Dan bir psikolojik savaş uzmanıydı.

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

Savaş
(isim) War

War is a crime against humanity. - Savaş, insanlık dışı bir suçtur.

Gerhard Schroeder is the first German chancellor not to have lived through World War II. - Gerhard Schröder, II. Dünya Savaşı boyunca yaşamayan ilk şansölyedir.

savaş
{i} battle

At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack. - Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.

Battle's never proven peace. - Savaş asla barışı kanıtlamamıştır.

savaş
{i} combat

He was sent into combat. - O, savaşa gönderildi.

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

savaş
fought

The soldiers fought valiantly, but finally they had to give in. - Askerler kahramanca savaştılar fakat sonunda teslim olmak zorunda kaldılar.

Tom fought with all his might. - Tom bütün gücüyle savaştı.

savaş
{i} campaign

Eisenhower had campaigned to end the war. - Eisenhower, savaşı sona erdirmek için mücadele etti.

savaş
strife
savaş
game

This game has you battle against hordes of evil stoats. - Bu oyun seni kötü gelincik sürülerine karşı savaştırır.

savaşma
fray
savaşma
combat
savaş
action

Tom began to experience remorse for his actions during the war. - Tom, savaş sırasındaki eylemleri için pişmanlık duymaya başladı.

The army was involved in a number of brilliant actions during the battle. - Ordu savaş sırasında bir dizi görkemli eylemlerde yer aldı.

savaş
struggle

That fight seemed like a life-or-death struggle. - Bu savaş, bir yaşam ya da ölüm mücadelesi gibi görünüyordu.

There's no sign of a struggle. - Bir savaş işareti yok.

savaş
fight

The American Navy was ready to fight. - Amerikan Donanması savaşmaya hazırdı.

Without supplies, his army could not fight very long. - Malzemeler olmadan, onun ordusu çok uzun savaşamadı.

savaş
wage war
savaş
{i} crusade
savaş
hostilities
savaş
conflict

The relationship between Islam and the West includes centuries of co-existence and cooperation, but also conflict and religious wars. - İslam ve batı arasındaki ilişki yüzyıllar süren birliktelik ve ortak çalışma fakat aynı zamanda çatışma ve din savaşları içermektedir.

The Winter War was a military conflict between Finland and the Soviet Union. - Kış Savaşı, Finlandiya ile Sovyetler Birliği arasındaki askeri bir çatışmaydı.

savaş
the battle
savaşma
fight
etkin bir şekilde savaşmak
wage effective war against
göğüs göğüse savaşmak
fall to
göğüs göğüse savaşmak
run in
ile savaşmak
war with
karşı savaşmak
war against
karşı savaşmak
fight against

You have to fight against this other woman. - Bu diğer kadına karşı savaşmak zorundasın.

Everybody must unite to fight against AIDS. - Herkes AIDS'e karşı savaşmak için birleşmelidir.

savaş
fray
savaş
struggle, fight, striving
savaş
fighting

The fighting lasted one week. - Savaş bir hafta sürdü.

They're fighting fiercely now but I assure you they'll bury the hatchet before long. - Onlar şimdi şiddetle mücadele ediyorlar fakat çok uzun zaman geçmeden önce savaş baltasını gömeceklerine sizi temin ederim.

savaş
war; battle; fight, struggle, combat; martial
savaş
wartime

After seven years of wartime captivity, Tom was a broken man. - Yedi yıllık savaş esaretinden sonra Tom çökmüş bir adamdı.

Anarchy can happen during wartime. - Savaş sırasında anarşi olabilir.

yeldeğirmenlerine karşı savaşmak
fight windmills
yeldeğirmenlerine karşı savaşmak
tilt at windmills
ümitsizce savaşmak
fight a losing battle against
التركية - التركية
Uğraşmak, mücadele etmek: "Azmi'yi bizimle beraber gelmeğe pek güçlükle razı edebilmişizdir
Hatta bir kere de gazinonun kapısında bizden kaçmağa savaşmıştır."- R. N. Güntekin
Ordu ölçüsünde iki silahlı kuvvet karşı karşıya gelip çarpışmak, muharebe etmek
Uğraşmak, mücadele etmek
cenkleşmek
(Osmanlı Dönemi) TEZEMMÜR
uğraşmak
savaş
Bir şeyi ortadan kaldırmak, yok etmek amacıyla girişilen mücadele
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silahlı mücadele, muharebe, harp
savaş
Hayvanların birbirleriyle yaptığı mücadele
savaş
Uğraşma, kavga, mücadele
Savaş
harp
Savaş
kıtal
Savaş
kavga
Savaşma
(Osmanlı Dönemi) MÜKÂFAHA
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silâhlı mücadele, harp
savaşma
Savaşmak işi, muharebe
savaşmak
المفضلات