sallanma

listen to the pronunciation of sallanma
التركية - الإنجليزية
{i} swing

My daughter loves to swing. - Kızım sallanmayı sever.

wobble
wag
wriggle
lurch
shaking

The house started shaking. - Ev sallanmaya başladı.

rocking
vacillation
wagging
hurry up!
taking
oscillation
jolt
look snappy
make it snappy
look alive!
sway
swinging
wobbling
(Otomotiv) bouncing
lurching
waggle
wabble
{i} swaying
shake

Our house started to shake. - Evimiz sallanmaya başladı.

toss
rock
look alive
waver
sallanmak
swing
sallanmak
teeter
sallanmak
shake
sallanmak
rock
Sallanma!
Chop-chop!
salla
shook

He shook his son by the shoulder. - O, oğlunun omuzunu salladı.

The musician shook his head and pushed his little piano away. - Müzisyen kafasını salladı ve küçük piyanosunu itti.

sallanmak
wobble
sallanmak
{f} lurch
salla
{f} shake

We felt the house shake. - Evin sallandığını hissettik.

I felt the floor shake. - Yerin sallandığını hissettim.

sallanmak
hang around
salla
forget about it
sallanmak
reel
sallanmak
become loose
sallanmak
roll
sallanmak
wabble
sallanmak
get loose
sallanmak
dangle
sallanmak
tormenting
sallanmak
linger
sallanmak
stagger
sallanmak
swung
sallanmak
play
sallanmak
librate
sallanmak
dally
sallanmak
dilly-dally
salla
{f} shaken
salla
{f} rock

Tom sat in his rocking chair, reading a novel. - Tom bir roman okurken sallanan sandalyesinde oturdu.

From what I've heard, their marriage is on the rocks. - Duyduğuma göre onların evliliği sallantıda.

salla
{f} wag

The dog followed its master, wagging its tail. - Köpek kuyruğunu sallayarak, sahibini izledi.

Cookie wagged his tail and barked. - Cookie kuyruğunu salladı ve havladı.

salla
{f} waggle

Tom waggled his finger at Mary. - Tom Mary'ye parmağını salladı.

salla
{f} rocked

I rocked the baby on my knee. - Bebeği dizimde salladım.

Tom rocked back and forth in his chair. - Tom sandalyesinde ileri geri sallandı.

salla
{f} shaking

The house started shaking. - Ev sallanmaya başladı.

Don't you feel the house shaking? - Evin sallanışını hissetmiyor musun?

salla
brandish

Tom brandished a shotgun on Mary. - Tom, Mary'nin üzerine bir av tüfeği salladı.

She shouted and threatened a policeman by brandishing a knife. - O, polise bağırdı ve bir bıçak sallayarak tehdit etti.

sallanmak
bob
sallanmak
toss
sallanmak
flap
sallanmak
dodder
sallanmak
sway
sallanmak
dillydally
sallanmak
{f} wave
hafifçe sallanma
jiggle
salla
jounce
salla
wigwag
salla
dandle
sallanmak
to fool around, waste time
sallanmak
take a swing
sallanmak
be slung from
sallanmak
dawdle
sallanmak
to be rocked, be shaken
sallanmak
to be up in the air, be undecided
sallanmak
oscillate
sallanmak
hang about
sallanmak
waggle
sallanmak
to swing, to rock, to sway, to dangle, to wave, to wag, to waggle, to reel; to wobble; to linger, to dawdle
sallanmak
keep oneself close
sallanmak
to be waved or wagged
sallanmak
loiter
sallanmak
to be rickety, be shaky, be about to fall apart
sallanmak
(tekne) toss
sallanmak
quake
sallanmak
hang on
sallanmak
vibrate
sallanmak
hover
sallanmak
to be about to lose one's job, be about to get the sack
sallanmak
dilly dally
sallanmak
to swing; to sway; to rock, totter, wobble
sallanmak
hang down
sallanmak
(gemi) bear away
sallanmak
flirt
sallanmak
(for a tooth) to be loose
sallanmak
waver
sallanmak
to be rocked, swung, swayed, or shaken
sallanmak
wag
sallanmak
flow
sallanmak
flutter
التركية - التركية
Sallanmak işi
SALLA
(Osmanlı Dönemi) (Salli) Duâ olsun, şânı yücelsin meâlinde söylenir
Sallanmak
(Osmanlı Dönemi) TETNİH
Sallanmak
(Osmanlı Dönemi) TERHUK
Sallanmak
(Osmanlı Dönemi) FEYD
Sallanmak
(Osmanlı Dönemi) ME'D
Sallanmak
(Osmanlı Dönemi) HEBH
Sallanmak
(Osmanlı Dönemi) RÜFUL
sallanmak
Vaktini boş ve yararsız işlerle uğraşarak geçirmek, oyalanmak, savsaklanmak
sallanmak
Makamından veya bulunduğu durumdan uzaklaşmak, yerini bir başkasına bırakmak tehlikesiyle karşılaşmak
sallanmak
Bağlı bulunduğu yerde gevşek duruma gelip yerinden oynamak, kımıldamak
sallanmak
Bir şey belli noktasından bir yere bağlı kalmak şartıyla, o noktanın iki tarafına aynı doğrultuda ve sürekli olarak gidip gelmek
sallanmak
Güçlü bir biçimde sarsılmak, titremek
sallanmak
Güçlü bir biçimde sarsılmak, titremek: "Yere çivilenmiş koca masayı sarsarken oda bir salıncak gibi sallanıyor."- S. F. Abasıyanık
sallanmak
Belli noktasından bir yere bağlı kalmak şartıyla, o noktanın iki tarafına aynı doğrultuda ve sürekli olarak gidip gelmek
sallanmak
Salıncak, hamak vb.nde kendini sallamak
sallanma
المفضلات