saldırmak

listen to the pronunciation of saldırmak
التركية - الإنجليزية
attack

We didn't intend to attack him. - Niyetimiz ona saldırmak değildi.

They said his army was not strong enough to attack. - Onlar onun ordusunun saldırmak için yeterince güçlü olmadığını söylediler.

assault
assail
ride atilt at smb
(dışarıya) sally out
rush
fall on
fly at
fly out at smb
charge
go at
come upon
come down on
thrust
jump on
make a dash
lash into
run at
come for
swoop on
descend
swoop down
chem. to act on; to dissolve
aggress
run atilt at smb
come at
come on
to cause (something, someone) to attack (something, someone)
(kuş) swoop
to attack, assail, assault (someone, something); to rush; to charge, charge at; to hurl oneself/itself against/upon
to attack, to assault, to assail, to charge, to go at sb, to go for sb, to come at sb, to set on sb, to set about sb; to set sb/sth on sb; to attack, to act on
insult
{f} lash out
{f} walk into
{f} storm
{f} invade
(Dilbilim) lay into
(deyim) interfere with
fall
go for
snipe
(Dilbilim) lace into
ride atilt at somebody
hit out
mug
tilt at
tear into
engage
molest
fall to
pounce on
pelt with
set on
tackle
rush upon
lay about
{f} pounce
{f} offend
rampage
let smb. have it
{f} turn on
lam into
wade into
level out
make a dead set at
sweep down on
wade in
round on
set up
press home
sal
raft

The guide sat at the front right of the raft. - Rehber salın ön sağında oturdu.

Tom floated downstream on a raft. - Tom bir salla akıntı yönünde batmadan yüzdü.

etrafa saldırmak
lash out
aniden saldırmak
(Dilbilim) come upon
aniden saldırmak
turn on
sal
ferry
saldırma
(Politika, Siyaset) aggression
saldırma
mugging
topluca saldırmak
mob
sal
emit
sal
timber hitch
saldırma
{i} pounce
sal
mantilla
saldırma
attacking

Fadil started attacking Layla. - Fadıl, Leyla'ya saldırmaya başladı.

Attacking Libya was a serious mistake. - Libya'ya saldırmak ciddi bir hataydı.

aniden saldırmak
dart at smb
arkadan saldırmak
take in the rear
aç kurt gibi saldırmak
to attack (a meal) like a ravenous wolf; to seize voraciously. acından ölmek 1. to starve to death. 2. to be dying of hunger. 3. to be very poor
birdenbire saldırmak (fiilen)
round on
birdenbire saldırmak (sözle)
round on
birdenbire üstüne saldırmak
fly at
etrafa saldırmak
run amok
etrafa saldırmak
lash about
etrafa saldırmak
run amuck
gözü dönüp saldırmak
run amuck
gözü dönüp saldırmak
run amok
hükümet izniyle düşman gemiye saldırmak
(tic. gemi) privateer
kanattan saldırmak
flank
koşarak saldırmak
run at
merdivenle çıkarak saldırmak
escalade
mızrakla saldırmak
tilt
sal
float

Tom floated down the river on a raft. - Tom bir sal üzerinde nehirden aşağı süzülüyordu.

Tom floated downstream on a raft. - Tom bir salla akıntı yönünde batmadan yüzdü.

sal
prov. coffin
sal
mug

Tom was carrying a lot of cash when he was mugged. - Saldırıya uğradığında Tom birçok nakit taşıyordu.

Mary was mugged on her way home. - Mary eve giderken saldırıya uğrayıp soyuldu.

saldırma
attacking (someone, something)
saldırma
onslaught
saldırma
onrush
saldırma
a large knife
saldırma
swoop
saldırma
lunge
saldırma
rush
saldırma
encroachment
sözle saldırmak
hit at
vahşice saldırmak
to savage
yeldeğirmenlerine saldırmak
tilt at windmills
yemeğe iştahla saldırmak
walk into one's food
yumrukla saldırmak
assail smb. with blows
öldürmek için saldırmak
run amuck
öldürmek için saldırmak
run amok
التركية - التركية
Etkisiyle eritmek
Bir kimseye veya bir şeye karşı saldırı yöneltmek, zarar verici bir davranışta bulunmak, hücum etmek: "Bugün şu dakikada onlar hâlâ düşmana saldırıyorlardı."- H. C. Yalçın
Bir kimseye veya bir şeye karşı saldırı yöneltmek, zarar verici bir davranışta bulunmak, hücum etmek
Bir şey veya kimse üzerine saldırı yapılmasına sebep olmak
Yıkıcı ve sert eleştiriler yapmak
Gemi, kalkmak için yelken açıp başını gideceği yola çevirmek
hücum etmek
salmak
taarruz etmek
SAL
(Osmanlı Dönemi) f. Sene, yıl
SAL
(Hukuk) Yıl, içinde bulunulan yıl
Saldırma
(Osmanlı Dönemi) TAADDİ
sal
At arabası üzerine saman taşımak için uzun ağaç kalaslarla kurulan düzenek
sal
Birçok kalın direk yan yana bağlanarak yapılan, düz ve korkuluksuz deniz veya ırmak taşıtı: "Dalgaları ufukları örten bir denizde, küçük bir sal parçası üstünde bir boraya mı tutulduk?"- Y. K. Karaosmanoğlu
sal
Tabut
sal
Birçok kalın direk yan yana bağlanarak yapılan, düz ve korkuluksuz deniz veya ırmak taşıtı
sal
ırmağın üstünden aktığı büyük yassı taş
sal
Yıl, sene
sal
ince büyük yüzeyli taş
saldırma
Saldırmak işi
saldırma
Bir tür büyük bıçak
الإنجليزية - التركية

تعريف saldırmak في الإنجليزية التركية القاموس.

SAL
(Askeri) hafif silahlar dolabı (small arms locker)
Sal
{i} kimyasal tuz
Sal
{i} tuz [kim.]
Sal
tuz
saldırmak
المفضلات