Tom ate plain and simple food.
- Tom, sade ve basit bir yemek yedi.
She wore a simple dress.
- O sade bir elbise giymişti.
Tom ate plain and simple food.
- Tom, sade ve basit bir yemek yedi.
I'm just a plain office worker.
- Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.
The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.
- Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.
Only a few people understood me.
- Sadece birkaç kişi beni anladı.
All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental.
- Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.
This is just pure evil.
- Bu sadece saf kötülük.
Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on.
- Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir.
Jazz isn't dead, it just smells funny.
- Caz ölmedi, sadece komik kokuyor.
If you make a mistake, just cross it out neatly.
- Eğer bir hata yaparsanız, sadece düzgün bir şekilde çiziniz.
Maybe Tom is just being modest.
- Belki de Tom sadece mütevazi davranıyor.
Tom is just being modest.
- Tom sadece mütevazi oluyor.
Calvin Coolidge was quiet and plain-looking.
- Calvin Coolidge sessiz ve sade görünümlüydü.
Norwegian reggae is very cool. Simply excellent.
- Norveç Reggae'si çok harika. Sadece mükemmel.
I'm not naive, I'm just an optimist.
- Ben saf değilim, sadece iyimserim.
It was just absolutely unbelievable.
- O sadece kesinlikle inanılmazdı.
It is exactly the same thing, just absolutely different.
- Bu tam olarak aynı şey, sadece tamamen farklı.
Tom only does the bare minimum.
- Tom sadece en azını yapar.
I caught a big fish yesterday with my bare hands.
- Dün sadece ellerimle büyük bir balık yakaladım.
I just got over a severe illness.
- Ben sadece ağır bir hastalık atlattım.
Let's just sit here quietly.
- Sadece sessizce burada oturalım.
My wife and I would just like to go home quietly.
- Karım ve ben sadece sessizce eve gitmek istiyoruz.
Only the blackest of hearts could leave that poor kitty out on the street in the cold.
- Sadece katı kalpli biri şu zavallı yavru kediyi bu soğukta sokağa terkedebilir.
How would you like your coffee, black or with cream?
- Kahvenizi nasıl istersiniz, sade mi yoksa kremalı mı?
No, you are absolutely wrong. Tom is not radical but conservative. He just hates liberalism.
- Hayır, kesinlikle hatalısın. Tom radikal değil muhafazakardır. Sadece liberalizmden nefret ediyor.
It was a mere chance that I found it.
- Onu bulmam sadece bir şanstı.
I'm not a real fish, I'm just a mere plushy.
- Ben gerçek bir balık değilim, ben sadece tamamen bir peluşum.
Don't look down on him merely because he is poor.
- Sadece fakir olduğu için ona tepeden bakma.
How to merely get tea?
- Sadece çay nasıl alınır?