sağlamlaştırma

listen to the pronunciation of sağlamlaştırma
التركية - الإنجليزية
{i} consolidation
fortification
induration
strengthening, fortification
strengthening, reinforcing
(Mekanik) reinforce
strengthening
entrenchment
(Nükleer Bilimler) securing
{i} entrenching
sağlam
{s} sturdy

This kind of cloth is both cheap and sturdy. - Bu tür kumaş hem ucuz hem de sağlam.

Take this chair. It's sturdy. - Bu sandalyeyi al. O sağlam.

sağlamlaştırmak
consolidate
sağlamlaştırmak
strengthen
sağlam
durable
sağlam
{s} solid

This bed looks solid. - Bu yatak sağlam gözüküyor.

The bureaucrats maintain solid ties with the gigantic corporations. - Bürokratlar dev şirketler ile sağlam bağları sürdürürler.

sağlamlaştırmak
{f} secure
sağlamlaştırmak
{f} reinforce
sağlam
steady

This bridge looks steady. - Bu köprü sağlam görünüyor.

Is this ladder steady enough? - Bu merdiven yeterince sağlam mı?

sağlam
sound

A sound mind in a sound body. - Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.

Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled. - Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.

sağlam
sound; healthy; strong, robust, sturdy; trustworthy, reliable, sure, safe, solid, staunch; solid, firm, durable, substantial, hardwearing; all right, in good order/condition; whole, undamaged
sağlam
{s} tough

He seems like a softy on the surface, but at the core he's got an iron will that makes him an extremely tough negotiator. - Dış görünüşte bir sümsük gibi görünüyor. Fakat özünde onu zorlu bir delege yapan sağlam bir iradesi var.

sağlamlaştırmak
consolidation
sağlamlaştırmak
{f} firm
sağlamlaştırmak
{f} batten
sağlam
{s} stereo
sağlam
hard

I tried hard to make them stay home, but they refused to listen to me. - Onların evde kalmasını sağlamak için çok uğraştım fakat onlar beni dinlemeyi reddettiler.

Tom didn't have any hard evidence, but he thought Mary was the one who stole his mother's diamond ring. - Tom'un sağlam delili yoktu, fakat o, annesinin elmas yüzüğünü çalan kişinin Mary olduğunu düşünüyordu.

sağlam
{s} stable

Sami worked very hard to provide a stable environment for his children. - Sami, çocukları için istikrarlı bir ortam sağlamak için çok sıkı çalıştı.

sağlam
{s} invulnerable
sağlamlaştırmak
solidify
sağlamlaştırmak
stabilize
sağlam
single
sağlam
thriving
sağlam
(Jeoloji) competent
sağlam
surefire
sağlam
four
sağlam
heil
sağlam
all right
sağlam
respectable
sağlamlaştırmak
assure
sağlamlaştırmak
confirm
sağlamlaştırmak
corroborate
sağlamlaştırmak
good
sağlamlaştırmak
tighten
sağlamlaştırmak
{f} cement
sağlam
in one piece
sağlam
unshakeable
sağlam
immaculate
sağlam
{s} rugged
sağlam
stout
sağlam
sure

I made sure no one was following me. - Beni kimsenin izlemediğini sağlama bağladım.

I'll do everything within my power to make sure your children are safe. - Senin çocuklarının güvende olmalarını sağlamak için gücüm dahilinde her şeyi yapacağım.

sağlam
staunch

Emmanuel Macron is a staunch defender of the European Union. - Emmanuel Macron, Avrupa Birliğinin sağlam bir savunucusudur.

I am a staunch supporter of linguistic purism. - Ben dilsel sadeliğin sağlam bir destekçisiyim.

sağlam
safe

Tom returned safe and sound. - Tom güvenli ve sağlam döndü.

We must put safety before anything else. - Güvenliği başka her şeyden önce sağlamalıyız.

sağlam
good

He's good at fund raising. - O, fon sağlamada iyidir.

She makes a good living. - O iyi bir yaşam sağlamaktadır.

sağlam
unhurt
sağlam
resolute
sağlam
steely
sağlam
long-wearing
sağlam
unshaken
sağlam
unflinching
sağlam
strong

The barn was small, but it was strong. - Ahır küçüktü ama sağlamdı.

Cardboard is stronger than paper. - Karton, kağıttan daha sağlamdır.

sağlam
hardwearing
sağlam
{s} responsible
sağlam
lasting
sağlam
roadworthy
sağlam
doughty
sağlam
substantial
sağlam
right
sağlam
undamaged
sağlam
robust

He is a robust young man. - O sağlam genç bir adam.

This machine is robust and emission-free. - Bu makine sağlam ve emisyonsuzdur.

sağlamlaştırmak
firm up
sağlam
entrenched
sağlamlaştırmak
make firm
sağlam
valid
sağlam
strong, sound, secure; well-built, well-made; in good condition, undamaged
sağlam
gilt edged
sağlam
able-bodied
sağlam
bankable
sağlam
healthy
sağlam
consolidated
sağlam
cast iron

Tom has a cast iron stomach. He can eat just about anything. - Tom'un sağlam bir midesi var. İstediği şeyi yiyebiliyor.

sağlam
whole
sağlam
secured
sağlam
foursquare
sağlam
secure

Secure the garage door. - Garaj kapısını sağlama alın.

Secure your own mask before helping others. - Diğerlerine yardım etmeden önce kendi maskeni sağlamlaştır.

sağlam
granitic
sağlam
healthy, strong
sağlam
calculable
sağlam
granite
sağlam
trustworthy, reliable, dependable
sağlam
flat footed
sağlam
dyed in grain
sağlam
hale
sağlam
(Konuşma Dili) most certainly, without a doubt
sağlam
fast
sağlam
bouncing
sağlam
foolproof
sağlam
firm

Grant refused to give them a firm promise. - Grant onlara sağlam bir söz vermeyi reddetti.

He has a firm belief. - Onun sağlam bir inancı var.

sağlam
castiron
sağlam
{s} scatheless
sağlam
{s} stalwart
sağlam
cleareyed
sağlam
{s} unfaltering
sağlam
robustious
sağlam
able bodied
sağlam
{s} lusty
sağlam
{s} stanch
sağlam
firmly
sağlam
{s} runproof
sağlam
{s} unshakable
sağlam
{s} substantive
sağlam
(Biyoloji) intact

Most virgins have an intact hymen. - Çoğu bakirenin sağlam bir kızlık zarı vardır.

Sami's locks were still intact. - Sami'nin kilitleri hala sağlamdı.

sağlam
{s} indissoluble
sağlam
rigid
sağlamlaştırmak
fasten down
sağlamlaştırmak
to strengthen, reinforce
sağlamlaştırmak
to put (something) on a sound footing
sağlamlaştırmak
to strengthen, to reinforce, to consolidate, to fortify
sağlamlaştırmak
harden
sağlamlaştırmak
make fast
التركية - التركية
Sağlamlaştırmak işi
(Osmanlı Dönemi) TEVKİD
tahkim
(Hukuk) TARSİN
(Osmanlı Dönemi) TESCİL
teşdit
Sağlam
dek
Sağlam
berk
Sağlam
(Osmanlı Dönemi) MAZBUT
Sağlam
bek
Sağlam
(Osmanlı Dönemi) MEVSUK
Sağlamlaştırmak
tarsin etmek
Sağlamlaştırmak
metahkim
Sağlamlaştırmak
berkitmek
Sağlamlaştırmak
berkit
sağlam
Sakatlık veya hastalığı bulunmayan, sağlıklı, sıhhatli: "Kendisi uzun boylu, sağlam, orta yaşlı bir adamdır; ama yıprandığını söylüyor."- M. Ş. Esendal
sağlam
Dayanıklı, kolay bozulmaz, yıkılmaz: "En sağlam sütunlar üstünde durduğu sanılan devir, bir karton kale gibi yıkılmıştı."- F. R. Atay
sağlam
Güvenilir
sağlam
Zarar görmemiş, bozulmamış
sağlam
Dayanıklı, kolay bozulmaz, yıkılmaz
sağlam
Her hâlde, muhakkak
sağlam
Gerçek, inanılır bir temeli olan
sağlam
Gerçek, inanılır bir temeli olan: "Böyle sağlam adı nereden bulacaksın."- M. Ş. Esendal. (sa'ğlam) Her hâlde, muhakkak: "Sağlam bu gece perilere karıştım gitti."- H. R. Gürpınar
sağlam
Sakatlık veya hastalığı bulunmayan, sağlıklı, sıhhatli
sağlam
(Osmanlı Dönemi) muhkem
sağlamlaştırmak
Sağlam bir duruma getirmek, pekiştirmek
sağlamlaştırma
المفضلات