söz

listen to the pronunciation of söz
التركية - الإنجليزية
statement

I'm going to ascertain the truth of his statement. - Onun sözünün aslını araştıracağım.

I could not believe his statement. - Ben onun sözüne inanamadım.

word

A lot of English words are derived from Latin. - Birçok İngilizce sözcük, Latince'den türemiştir.

80% of all English words come from other languages. - Tüm İngilizce sözcüklerin %80'i diğer dillerden gelmiştir.

promise

He promised to meet him at the coffee shop. - Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.

Your stomach won't be full from promises. - Miden sözlerden dolu olmayacaktır.

upon my word
expression

I'll look up the expression in the dictionary. - Ben ifadeye sözlükte bakacağım.

gossip
asseverate
rumour
commitment

Unfortunately, I have a commitment. - Ne yazık ki bir sözüm var.

I'm sorry, I already have another commitment. - Üzgünüm, benim zaten başka bir sözüm var.

dixit
(Dilbilim) parole
fluent
wording
say

I have to check and see what the contract says. - Sözleşmenin ne dediğini kontrol etmek ve görmek zorundayım.

I have nothing more to say about him. - Onun hakkında söyleyecek daha fazla sözüm yok.

engagement

Tom had a previous engagement. - Tom'un bir önceki sözleşmesi vardı.

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

assurance
term

The union and the company have come to terms on a new contract. - Sendika ve şirket yeni bir sözleşme üzerinde anlaşma sağladılar.

According to the terms of the contract, your payment was due on May 31st. - Sözleşme şartlarına göre, ödemenizin vadesi 31 Mayısta idi.

talk

Many things are easy to talk about, but difficult to actually carry out. - Pek çok şey sözde kolaydır, fakat gerçekleştirmesi aslında zordur.

Don't interrupt me while I am talking. - Ben konuşurken sözümü kesme.

voice
sentence

In a dictionary like this one there should be at least two sentences with fridge. - Böyle bir sözlükte buzdolabı ile ilgili en az iki cümle olmalıdır.

Tom really likes this sentence. - Tom bu sözü gerçekten seviyor.

word, remark; speech, talk; saying; rumour, gossip; promise, assurance, commitment; engagement
committal
(Hukuk) pledge

I give my pledge that I will quit smoking. - Sigara içmeyi bırakacağıma söz veriyorum.

The pledge to stop smoking cigarettes ranks among the top ten New Year's resolutions year after year. - Sigarayı bırakma sözü her yıl ilk on Yeni Yıl kararı arasında yer alıyor.

faith

You must be faithful to your word. - Sözüne sadık olmalısın.

plight
verbalism
spiel
vocable
saying

You probably don't understand a word I'm saying today. - Galiba sen bugün söylediğim bir sözü anlamıyorsun.

As the saying goes: Speech is silver, silence is gold. - Atasözünde dendiği gibi; söz gümüşse, sükut altındır.

remark, utterance; expression; statement; word
wordy
rumor

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

iron
foregoing
remark

That kind of remark does not befit you. - O tür sözler size yakışmıyor.

I interpreted his remark as a threat. - Onun sözlerini bir tehdit olarak yorumladım.

asseveration
undertaking
spoken of
mentions

Nobody mentions my country. - Hiç kimse ülkemden söz etmiyor.

Mary becomes angry when Tom mentions her weight. - Mary, Tom onun ağırlığından söz ettiği zaman sinirlenir.

{f} contracting
discourse
söz vermek
promise

You have to promise not to tell anyone. - Kimseye söylemeyeceğine söz vermek zorundasın

You just have to promise me one thing. - Sen bana yalnızca bir şey için söz vermek zorundasın.

son söz
final say

Unfortunately, Fadil doesn't have a final say on this. - Maalesef, Fadil'in bu konuda son sözü yok.

Unfortunately, Tom isn't the one who has the final say on this. - Ne yazık ki, Tom bununla ilgili son sözü söyleyen kişi değil.

söz dinler
{s} tractable
son söz
last word

Charlie decided to cross out the last word. - Charlie, son sözü iptal etmeye karar verdi.

Tom is the kind of person who always has to have the last word. - Tom her zaman son sözü söylemek zorunda kalan insan türüdür.

söz konusu
in question

The person in question is now staying in the Unites States. - Söz konusu kişi şu anda ABD'de kalıyor.

Tom told the police that Mary had eaten at the restaurant in question before she died. - Tom polise Mary'nin ölmeden önce söz konusu restoranda yemek yediğini söyledi.

söz konusu
said

He said it was out of the question. - Söz konusu olmadığını söyledi.

Tom said it was out of the question. - Tom bunun söz konusu olmadığını söyledi.

söz vermek
make a commitment
söz etmek
to talk about, to mention
söz vermek
pledge
söz vermek
make a promise
söz almak
(deyim) take the floor
söz edimi
speech-act
söz edimi
(Dilbilim) speech act
söz etme
reference
söz etmek
note
söz etmek
talk

Do you want to talk about what Tom did? - Tom'un yaptığı şeyden söz etmek istiyor musun?

söz etmek
treat of
söz etmek
notice
söz etmek
discuss

I don't want to discuss my problems. - Sorunlarımdan söz etmek istemiyorum.

söz etmek
(Politika, Siyaset) refer to
söz eylem
speech-act
söz hakkı
right to speak
söz hakkı
voice
söz kesmek
betroth
söz kesmek
plight
söz kesmek
affiance
söz konusu
the point in question
söz konusu
on the nail
söz konusu
being talked about
söz konusu değil
there is no question
söz konusu olamaz
out of question
söz konusu olmak
be discussed
söz konusu olmak
(Kanun) be in question
söz konusu olmamak
be out
söz sanatı
rhetoric
söz söylemek
comment
söz verme
promising
söz vermek
vow
söz vermek
give a promise
söz vermek
give somebody one's word
söz vermek
make a commitment to
söz vermek
affirm
söz vermek
commit oneself to
söz vermek
take an oath
söz vermek
estipulate
söz vermek
commit
Söz gümüşse sükut altındır
(Atasözü) Speech is silver, but silence is gold
söz alma
take that
söz almak
to mention
söz dalaşı
battle of words
söz dağarcığı
Vocabulary
söz dinlememe
not listen
söz hakkı
Hearing
söz kesme
that cutting
söz konusu
Subject, question, topic
söz sahibi olmak
Have a right to say
söz varlığı
lexicology
söz veriyorum
I promise
söz vermek
give the floor to someone

I now give the floor to our Dean - Şimdi sözü Dekanımıza veriyorum.

söz yazarı
songwriter
söz almak
a) to begin to speak b) to obtain a promise
söz almak
1. to start to talk (after obtaining permission). 2. to get a promise out of (someone)
söz altında kalmamak
to be quick to retort
söz altında kalmamak
to give as good as one gets (in an argument)
söz anlamak
to be reasonable
söz anlamak
to understand what one is told and act on it
söz anlamaz
(someone) who refuses to understand what's told him, who won't listen to reason
söz anlayan beri gelsin
(Konuşma Dili) None of you understand me
söz aramızda
between you and me
söz aramızda
Between you and me./Don't tell anyone else
söz arasında
in the course of the conversation
söz atmak
1. to make a rude remark about (someone) within his hearing. 2. to make an improper innuendo or suggestion to (a woman), proposition
söz ayağa düşmek
for a matter to be talked about by people who have no right to do so
söz açmak
to bring (something) up in conversation
söz açmak
open up
söz ağzından dirhemle çıkmak
to be very taciturn, be very sparing in one's speech
söz bir etmek
to unite with others (against someone or something)
söz bir, Allah bir
You can rely on me completely; I am a man of my word
söz birliği etmek
(for people) to agree beforehand as to what they will say or do; to agree to tell the same story or act in the same way
söz dinleme
obedience
söz dinlemek
to listen to advice, to obey
söz dinlemek
obey
söz dinlemek
to heed what one is told, follow advice
söz dinlememek
disobey
söz dinlememek
to disobey
söz dinlememek
recalcitrate
söz dinlemez
recalcitrant
söz dinlemez
hard nosed
söz dinlemez
willful
söz dinlemez
unteachable
söz dinlemez
disobedient
söz dinlemezlik
recalcitrance
söz dinlemezlik
disobedience
söz dinler
obedient
söz dinlerlik
tameness
söz düellosu
swordplay
söz düellosu
wordy warfare
söz düellosu
battle of words
söz düşmemek
to have no right to voice an opinion
söz ebesi
1. garrulous, talkative. 2. quick at repartee
söz ehli eloquent
(person)
söz eri
1. eloquent (person). 2. (someone) who knows how to talk people into doing what he wants
söz etmek
speak of
söz etmek
mention

I'll have to mention this to Tom. - Bundan Tom'a söz etmek zorunda kalacağım.

Nobody wants to mention my country. - Kimse ülkemden söz etmek istemiyor.

söz etmek
talk about

Do you want to talk about what Tom did? - Tom'un yaptığı şeyden söz etmek istiyor musun?

söz etmek
to talk about (someone, something)
söz gelmek
to be the object of criticism, be criticized
söz getirmek
to cause unfavorable comments to be made about
söz geçirmek
to make oneself listened to
söz geçirmek
make oneself listened to
söz geçirmek
to make (someone) do what one says
söz geçirmek
influence
söz götürmez
beyond doubt, indisputable
söz gümüşse sükût altındır
(Atasözü) Speech is silver, but silence is golden
söz hakkı
(mahkemede) right of audience
söz hakkı almak
gain a hearing
söz hakkı tanımak
recognize
söz hakkı vermek
give smb. a hearing
söz istemek
to ask for permission to speak, to ask to speak
söz işitmek
to get a dressing down
söz işitmek
to be told off
söz kaldırmamak
to be quick to retort to a slighting or insulting remark
söz kavafı garrulous
(someone) who's a chatterbox
söz kesen
heckler
söz kesme
betrothal
söz kesmek
to agree to give in marriage
söz kesmek
(for the bride's family) to agree to give (their daughter) in marriage
söz konusu
topic
söz konusu
1. person or thing being talked of. 2. (person, thing) being talked of, under consideration
söz konusu
subject
söz konusu
question

Traveling abroad is out of the question. - Yurt dışında seyahat söz konusu değil.

A trip to America this summer is out of the question. - Bu yaz Amerika'ya bir yolculuk söz konusu değil.

söz konusu değil
out of question
söz konusu değil
not applicable
söz konusu değişiklik
respective alteration
söz konusu edilemez
(Konuşma Dili) beside the mark
söz konusu edilemez
(Konuşma Dili) beside the point
söz konusu etmek
drag
söz konusu etmek
to discuss
söz konusu mesele
point at issue
söz konusu olamaz
out of the question
söz konusu olan
at issue
söz konusu olan sorun
the case in point
söz konusu olmak
be on the carpet
söz konusu yapmak
drag in
söz konusu şey
matter for discussion
söz olmak
the subject of gossip
söz olmak
to be the subject of gossip
söz olmak
be the subject of gossip
söz sahibi
arbiter
söz söyleme
speech
söz söylemek
speak
söz tutma
keeping one's word
söz uzunluğu
prolixity
söz verdiği şeyi yaptırmak
keep smb. to one's promise
söz veren kimse
promisor
söz verilen kimse
promisee
söz verilen şey
jam tomorrow
söz verilmemiş
uncovenanted
söz vermek
covenant
söz vermek
impawn
söz vermek
give an undertaking
söz vermek
engage
söz vermek
undertake
söz vermek
assure
söz vermek
give one's word
söz vermek
pledge one's word
söz vermek
take the pledge
söz vermek
plight
söz vermek
guarantee
söz vermek
to promise, to give a promise, to make a promise, to give sb one's word
söz vermemiş
uncovenanted
söz vermesi üzerine
on parole
söz yapım
(Dilbilim) coinage
söz yazım
(Dilbilim) ideography
söz yazım
(Dilbilim) kymograph
söz yöneltmek
to address
söz çözümleme
speech analysis
söz çıkmak
for a piece of news to be going around/be bruited about
söz verme
shall
التركية - التركية
Bir konuyu yazılı olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi
Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük
Bir işi yapacağını kesin olarak vadetme
Müzik parçalarının yazılı metni, güfte
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, kavil: "Söz var, iş bitirir; söz var, baş yitirir."- Atasözü
Kesinlik kazanmayan haber, söylenti
Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi: "Yer yer birçok türküde rastladığımız beylik sözler de vardı içinde."- B. R. Eyuboğlu
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelâm, kavil
(Osmanlı Dönemi) LEFZ
(Hukuk) KAVİL
(Osmanlı Dönemi) SERVA
(Hukuk) KELAM
bahis
(Osmanlı Dönemi) kâl
söz başı
Ön söz
söz birliği
Anlaşma, aynı görüşte olma
söz birliği etmek
Aynı şeyleri söylemeyi veya yapmayı kararlaştırmak, ağız birliği etmek
söz bölükleri
Kelimelerin isim, sıfat, fiil, zamir, edat, bağlaç, zarf, ünlem diye adlandırılan türleri
söz bölüğü
Anlatımın parçası
söz cambazlığı
Sözü iyi kullanma becerisi
söz cambazı
Söz söylemesini iyi bilen, ağzı lâf yapan kimse
söz dalaşı
Karşılıklı söz söyleme, sözle saldırma
söz dağarcığı
Bir dilde kullanılan veya bir kimsenin bildiği, kullandığı sözlerin bütünü, söz varlığı, vokabüler, kelime hazinesi
söz dizimi
Bir cümleyi oluşturan kelime türlerinin arasındaki ilişkileri inceleyen dil bilgisi kolu, cümle bilgisi, nahiv, sentaks
söz dizimsel
Söz dizimi ile ilgili olan, sentaktik
söz düellosu
İki kişi arasında sözle yapılan tartışma, söz yarışı
söz ebesi
bakınız: lâf ebesi
söz ehli
Konuşması istekle, zevkle dinlenen kimse
söz etmek
O şey üzerinde konuşmak
söz etmek
O şeyin dedikodusunu yapmak
söz gelimi
Meselâ, örneğin, söz gelişi
söz gelişi
Bir düşünceyi açıklamak için örnek gösterileceğinde o örneğe giriş olarak söylenir
söz gösterisi
Toplumun ilgisini çeken, çeşitli konuların ele alındığı, karşılıklı şaka ve takılmalarla süslenen program, çene yarıştırma, tolkşov
söz karışıklığı
Bir kelimenin yerine bir başkasını kullanma biçiminde görülen konuşma bozukluğu, kelime karışıklığı, parafazi
söz kesimi
Gençlerin evlenmeleri için ön anlaşma yapılması, sözlenme
söz konusu
Sözü edilen, üzerinde konuşulan şey, bahis konusu, bahis mevzusu, mevzuubahis
söz konusu olmak
Üzerinde konuşulmak, bahis konusu olmak
söz meydanı
Serbestçe konuşulacak yer
söz misali
Sözün gelişi
söz olmak
Dedikodu yapılmak veya bir iş hoş karşılanmamak
söz rüşveti
Bir çıkar sağlamak için bir kimseyi övme
söz sahibi
Bir konuda bilgisi veya yetkisi olan kimse
söz sahibi olmak
Bir konuda konuşma yetkisi olmak
söz temsili
Sözün gelişi, örneğin, meselâ
söz ustası
Söz söylemesini bilen veya ağzına söz yakışan kimse
söz varlığı
Bir dildeki sözlerin bütünü, söz hazinesi, söz dağarcığı, vokabüler, kelime hazinesi
söz yarışı
Söz düellosu
söz yazarı
Müzik parçalarının metnini yazan kimse, güfteci
söz yitimi
Ses çıkarma yeteneği kaybolmadığı hâlde istenilen sözü bulup söyleyememe hastalığı, afazi
söz zinciri
Dil birimlerinin birbirini izlemesinden doğan ve ardışıklığa dayanan düzen
Söz dinlemek
(Osmanlı Dönemi) ERGAN
Söz dinlemek
(Osmanlı Dönemi) EZİN
Söz dizimi
nahiv
Söz dizimi
nahv
Söz etmek
laf etmek
Söz konusu
bahis konusu
Söz konusu olmak
aranılmak
Söz verme
vaat
Söz verme
uhde
Söz yitimi
afazi