söylenmez

listen to the pronunciation of söylenmez
التركية - الإنجليزية
unutterable
Not utterable; incapable of being spoken or voiced; inexpressible; ineffable; unspeakable; as, unutterable anguish
{a} inexpressible, not to be declared
inexpressible
too sacred to be uttered; "the ineffable name of the Deity"
defying expression or description; "indefinable yearnings"; "indescribable beauty"; "ineffable ecstasy"; "inexpressible anguish"; "unspeakable happiness"; "unutterable contempt"; "a thing of untellable splendor"
very difficult to pronounce correctly; "an unpronounceable foreign word"; "unutterable consonant clusters"
{s} cannot be uttered or expressed, inexpressible, unspeakable
emphasis You can use unutterable to emphasize that something, especially a bad quality, is great in degree or intensity. unutterable rubbish. + unutterably un·ut·ter·ably I suddenly felt unutterably depressed. an unutterable feeling is too extreme to be expressed in words
söyle
{f} said

I remember what he said. - Onun ne söylediğini hatırlıyorum.

What he said is true. - Onun söylediği doğru.

söyle
spit it out !
söyle
told

She told me that she had bought a CD. - Bana bir CD aldığını söyledi.

At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand. - Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.

söyle
told to
söyle
say

Some doctors say something to please their patients. - Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.

I've got nothing to say to him. - Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.

söyle
confide

I'm confident that Tom will do what he says he'll do. - Tom'un yapacağını söylediği şeyi yapacağına eminim.

He hasn't said anything publicly, but in confidence he told me he's getting married. - O bana alenen bir şey söylemedi ama sır olarak o bana evleneceğini söyledi.

söyle
tell

Could you please tell me why you love her? - Onu neden sevdiğini lütfen bana söyler misin?

Can you please tell me what time the train leaves? - Trenin ne zaman kalkacağını lütfen bana söyleyebilir misin?

söyle
{f} saying

What you are saying does not make sense. - Söylediğinin anlamı yok.

He began by saying that he would not speak very long. - O, çok uzun konuşmayacağını söyleyerek başladı.

söyle
dictate
söyle
mouth

He opened his mouth as if to speak, but didn't say anything. - Konuşacakmış gibi ağzını açtı ama hiçbir şey söylemedi.

Tom kept his mouth shut and didn't tell anyone what had happened. - Tom ağzını kapalı tuttu ve ne olduğunu kimseye söylemedi.

söyle
apprise
söyle
told#to
söyle
spit it out
söyle
toldto
söylenmez
المفضلات