söylenmez

listen to the pronunciation of söylenmez
التركية - الإنجليزية
unutterable
Not utterable; incapable of being spoken or voiced; inexpressible; ineffable; unspeakable; as, unutterable anguish
{a} inexpressible, not to be declared
inexpressible
too sacred to be uttered; "the ineffable name of the Deity"
defying expression or description; "indefinable yearnings"; "indescribable beauty"; "ineffable ecstasy"; "inexpressible anguish"; "unspeakable happiness"; "unutterable contempt"; "a thing of untellable splendor"
very difficult to pronounce correctly; "an unpronounceable foreign word"; "unutterable consonant clusters"
{s} cannot be uttered or expressed, inexpressible, unspeakable
emphasis You can use unutterable to emphasize that something, especially a bad quality, is great in degree or intensity. unutterable rubbish. + unutterably un·ut·ter·ably I suddenly felt unutterably depressed. an unutterable feeling is too extreme to be expressed in words
söyle
{f} said

I remember what he said. - Onun ne söylediğini hatırlıyorum.

You didn't do a very good job, I said. - Çok iyi bir iş yapmadığını söyledim.

söyle
spit it out !
söyle
told

He told me that his father was dead. - O bana babasının öldüğünü söyledi.

My father told me not to read a book in my bed. - Babam yatakta kitap okumamamı söyledi.

söyle
told to
söyle
say

An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what? - İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?

I've got nothing to say to him. - Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.

söyle
confide

Tom said I looked confident. - Tom kendimden emin göründüğümü söyledi.

This is confidential, I can only tell him personally. - Bu gizli, sadece ona kişisel olarak söyleyebilirim.

söyle
tell

Could you please tell me why you love her? - Onu neden sevdiğini lütfen bana söyler misin?

Please tell me where you will live. - Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.

söyle
{f} saying

He received a telegram saying that his mother had died. - O, annesinin öldüğünü söyleyen bir telgraf aldı.

He sent me a letter saying that he'd arrive at ten tomorrow morning. - O bana yarın sabah onda varacağını söyleyen bir mektup gönderdi.

söyle
dictate
söyle
mouth

Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him. - Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.

If you don't have anything nice to say, keep your mouth shut. - Söyleyecek güzel bir şeyin yoksa ağzını kapalı tut.

söyle
apprise
söyle
told#to
söyle
spit it out
söyle
toldto
söylenmez
المفضلات