It goes without saying that smoking is bad for the health.
- Sigara içmenin sağlık için zararlı olduğunu söylemeye gerek yok.
It goes without saying that money cannot buy happiness.
- Paranın mutluluğu satın alamayacağını söylemeye gerek yok.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
I forgot to mention it to them.
- Bunu onlara söylemeyi unuttum.
There is no telling when we will fall ill.
- Ne zaman hastalanacağımızı söylemek imkansız.
I don't feel like telling her about it.
- Benim bu konuda ona canım bir şey söylemek istemiyor.
Do you like listening to music or singing songs?
- Müzik dinlemeyi mi yoksa şarkılar söylemeyi mi seversiniz?
I carried on singing.
- Ben şarkı söylemeyi sürdürdüm.
Frankly speaking, I don't agree with you.
- Açıkça söylemek gerekirse, seninle aynı fikirde değilim.
Strictly speaking, she didn't like it at all, but she didn't say a thing.
- Sıkı bir şekilde konuşulursa, o bundan hiç hoşlanmadı ama bir şey söylemedi.
Linda stood up to sing.
- Linda şarkı söylemek için ayağa kalktı.
I want to sing to his piano accompaniment.
- Onun piiyanosu eşliğinde şarkı söylemek istiyorum.
She must be stupid to say such a thing.
- Böyle bir şey söylemek için aptal olmalı.
It is hard to say which car is nicer.
- Hangi arabanın daha güzel olduğu söylemek zordur.
I want to tell you something important.
- Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
It appears that my husband is cheating on me with my friend. I want to tell her: You thieving cat!.
- Bana öyle geliyor ki kocam beni arkadaşımla aldatıyor.Ona söylemek istiyorum:Sen kedi çalıyorsun!.
I remember what he said.
- Onun ne söylediğini hatırlıyorum.
You didn't do a very good job, I said.
- Çok iyi bir iş yapmadığını söyledim.
He confessed he had to lie.
- Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.
My father told me not to read a book in my bed.
- Babam yatakta kitap okumamamı söyledi.
At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand.
- Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
Last night, Mr. A called me up to say he couldn't attend today's meeting.
- Dün gece Bay A bugünkü toplantıya katılamayacağını söylemek için beni aradı.
I think I can speak French well enough to say pretty much anything I want to say.
- Sanırım söylemek istediğim bir şeyi neredeyse tamamen söylemek için yeterince iyi şekilde Fransızca konuşabilirim.
Frankly speaking, I don't agree with you.
- Açıkça söylemek gerekirse, seninle aynı fikirde değilim.
Linda stood up to sing.
- Linda şarkı söylemek için ayağa kalktı.
We enjoyed singing songs together.
- Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.
To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back.
- Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.
To put it bluntly, he's mistaken.
- Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.
Tom was about to say something, but Mary started talking first.
- Tom bir şey söylemek üzereydi fakat önce Mary konuşmaya başladı.
I don't use languages to talk and say nothing. I use them to serve humanity.
- Ben dilleri konuşmak ve bir şey söylemek için kullanmam. Ben onları insanlığa hizmet etmek için kullanırım.
Instead of just saying you love her, do something to show how much you love her.
- Sadece onu sevdiğini söylemek yerine onu ne kadar çok sevdiğini gösterecek bir şey yap.
I want to show you something.
- Size bir şey söylemek istiyorum.
Do you want to say a few words?
- Birkaç kelime söylemek ister misin?
He always wants to have the last word.
- Son sözü hep kendisi söylemek ister.
I'll have to mention it to them.
- Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
Tom opened his mouth to say something.
- Tom bir şey söylemek için ağzını açtı.
Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him.
- Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.
Some doctors say something to please their patients.
- Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
Say it in another way.
- Onu başka bir şekilde söyle.
I told you that in confidence, so why did you tell Jane about it?
- Onu sana sır olarak söyledim, öyleyse niçin Jane'e ondan bahsettin?
He hasn't said anything publicly, but in confidence he told me he's getting married.
- O bana alenen bir şey söylemedi ama sır olarak o bana evleneceğini söyledi.
Please tell me where you will live.
- Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.
Can you please tell me what time the train leaves?
- Trenin ne zaman kalkacağını lütfen bana söyleyebilir misin?
He sent me a letter saying that he'd arrive at ten tomorrow morning.
- O bana yarın sabah onda varacağını söyleyen bir mektup gönderdi.
He received a telegram saying that his mother had died.
- O, annesinin öldüğünü söyleyen bir telgraf aldı.
He opened his mouth as if to speak, but didn't say anything.
- Konuşacakmış gibi ağzını açtı ama hiçbir şey söylemedi.
Tom kept his mouth shut and didn't tell anyone what had happened.
- Tom ağzını kapalı tuttu ve ne olduğunu kimseye söylemedi.
You don't have to tell me your name.
- Bana adınızı söylemek zorunda değilsiniz.
Tom, I have to tell you something. I love someone. His name starts with TO and ends with M. Er, who would that be? Is it someone I know?
- Tom, sana bir şey söylemek zorundayım. Ben birini seviyorum. Onun adı TO ile başlıyor ve M ile sona eriyor. Kim olabilir ki bu? Tanıdığım biri mi?
I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break.
- Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.
Singing is my passion.
- Şarkı söylemek benim tutkumdur.
It is my sad duty to tell you that Tom has passed away.
- Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.
Jack said he had never told a lie, but he was lying.
- Jack asla yalan söylemediğini söyledi fakat yalan söylüyordu.
Tom couldn't keep lying to Mary. He felt he just had to tell her the truth.
- Tom Mary'ye yalan söylemeyi sürdüremedi.O sadece ona gerçeği söylemek zorunda olduğunu hissetti.
We enjoyed singing songs together.
- Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.
Singing is an honest and pleasurable entertainment, but one must be careful to avoid singing or taking pleasure in listening to lewd songs.
- Şarkı söylemek dürüst ve zevk veren bir eğlence, ama insan müstehcen şarkılar söylememeye veya dinlememeye dikkat etmeli.