söyleme

listen to the pronunciation of söyleme
التركية - الإنجليزية
saying

It goes without saying that smoking is bad for the health. - Sigara içmenin sağlık için zararlı olduğunu söylemeye gerek yok.

It goes without saying that time is money. - Zamanın para olduğunu söylemeye gerek yok.

utterance
confession
articulation
mention

I forgot to mention it to you. - Bunu sana söylemeyi unuttum.

I forgot to mention it to them. - Bunu onlara söylemeyi unuttum.

saying; singing; disclosure
relation
telling

Tom had put off telling Mary the bad news for as long as possible. - Tom, Mary'ye kötü haberi söylemeyi mümkün olduğu kadar uzun süre erteledi.

There is no telling when we will fall ill. - Ne zaman hastalanacağımızı söylemek imkansız.

singing

I carried on singing. - Ben şarkı söylemeyi sürdürdüm.

Ken kept on singing that song. - Ken o şarkıyı söylemeye devam etti.

readily
disclose
speaking

Strictly speaking, she didn't like it at all, but she didn't say a thing. - Sıkı bir şekilde konuşulursa, o bundan hiç hoşlanmadı ama bir şey söylemedi.

Speaking the truth is not a crime. - Doğruyu söylemek suç değildir.

söylemek
sing

We enjoyed singing songs together. - Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.

Linda stood up to sing. - Linda şarkı söylemek için ayağa kalktı.

söylemek
say

What she wants to say just adds up to a refusal. - Onun söylemek istediği sadece reddedeceği anlamına geliyor.

I felt quite relieved after I had said all I wanted to say. - Söylemek istediğim her şeyi söyledikten sonra oldukça rahatlamış hissettim.

söylemek
tell

I want to tell you something important. - Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.

To tell the truth, this matter does not concern it at all. - Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.

söyleyiş biçimi, söyleme
articulatory form, do not tell
söz söyleme
speech
söyle
{f} said

I remember what he said. - Onun ne söylediğini hatırlıyorum.

You didn't do a very good job, I said. - Çok iyi bir iş yapmadığını söyledim.

söylemek
{f} confess

He confessed he had to lie. - Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.

söylemek
assert
söylemek
spit out
söyle
spit it out !
söyle
told

She told me that she had bought a CD. - Bana bir CD aldığını söyledi.

He told me that his father was dead. - O bana babasının öldüğünü söyledi.

söylemek
bade
söylemek
dictate
söylemek
pronounce
söylemek
call

Tom scolded Mary for not calling to say she'd be late. - Tom Mary'yi geç kalacağını söylemek için aramadığından dolayı azarladı.

Tom called to tell Mary that he'd be late. - Tom geç kalacağını Mary'ye söylemek için aradı.

söylemek
enunciate
söylemek
spill
söylemek
{f} speak

I think I can speak French well enough to say pretty much anything I want to say. - Sanırım söylemek istediğim bir şeyi neredeyse tamamen söylemek için yeterince iyi şekilde Fransızca konuşabilirim.

Frankly speaking, I don't agree with you. - Açıkça söylemek gerekirse, seninle aynı fikirde değilim.

söylemek
{f} deliver
söylemek
submit
şarkı söyleme
sing

Suddenly, my mother started singing. - Aniden, annem şarkı söylemeye başladı.

We all felt embarrassed to sing a song in public. - Hepimiz halkın önünde bir şarkı söylemeye utandık.

söylemek
{f} affirm
söylemek
{f} order
söylemek
articulate
söylemek
let on
söylemek
allege
söylemek
divulge
söylemek
put

To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back. - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.

To put it bluntly, he's mistaken. - Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.

söylemek
raise
söylemek
talk

Tom was about to say something, but Mary started talking first. - Tom bir şey söylemek üzereydi fakat önce Mary konuşmaya başladı.

To tell the truth, I don't like his way of talking. - Doğruyu söylemek gerekirse, onun konuşma tarzından hoşlanmadım.

söylemek
propound
söylemek
share
söylemek
throw out
söylemek
represent
söylemek
recite
söylemek
spell
söylemek
relate
söylemek
voice
söylemek
declare
söylemek
confide
söylemek
narrate
söylemek
call off
söylemek
call out
söylemek
fame
söylemek
show

Tom listened to what Mary had to say without showing any emotion. - Tom Mary'nin söylemek zorunda olduğu şeyi herhangi bir heyecan göstermeden dinledi.

Tom likes to sing in the shower. - Tom duşta şarkı söylemekten hoşlanır.

söylemek
word

If you don't mind, I'd like to say a few words. - Sakıncası yoksa birkaç kelime söylemek istiyorum.

I don't have to say a word. - Bir söz söylemek zorunda değilim.

söylemek
mention

I'll have to mention it to them. - Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.

I'll have to mention it to her. - Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.

söylemek
state
söylemek
impart to
söylemek
publish
söylemek
(Ticaret) address
söylemek
discourse
söylemek
inform
söylemek
mouth

Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him. - Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.

Tom opened his mouth to say something. - Tom bir şey söylemek için ağzını açtı.

söylemek
spiel
yalan söyleme
(Askeri) deceive
söyle
told to
söyle
say

Some doctors say something to please their patients. - Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.

Say it in another way. - Onu başka bir şekilde söyle.

söyle
confide

Tom said I looked confident. - Tom kendimden emin göründüğümü söyledi.

I'm confident that Tom will do what he says he'll do. - Tom'un yapacağını söylediği şeyi yapacağına eminim.

söyle
tell

Please tell me your address. - Lütfen adresini bana söyle.

Please tell me where you will live. - Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.

söyle
{f} saying

He sent me a letter saying that he'd arrive at ten tomorrow morning. - O bana yarın sabah onda varacağını söyleyen bir mektup gönderdi.

He received a telegram saying that his mother had died. - O, annesinin öldüğünü söyleyen bir telgraf aldı.

söylemek
report
söylemek
betray
söylemek
apprise
söylemek
bring sb in on sth
söylemek
aver
söylemek
impart
söylemek
disclose
söylemek
{f} bid
düşünüp söyleme yeteneği
ability to think and say
söyle
dictate
söylemek
utter
söylemek
say it
söylemek
say to
arada söyleme
interjection
büyük lokma ye, büyük söz söyleme
(Atasözü) Eat a big mouthful, but don't make big promises. B
düşüncesini söyleme hakkı olmayan
voiceless
güzel söz söyleme sanatı
eloquence
hep beraber şarkı söyleme
barbershop singing
ilâhi söyleme
hymnody
kelimeleri tersten söyleme
back slang
kimseye söyleme
keep it dark
kimseye söyleme
mum is the word
kimseye söyleme
mum's the world
lâf arasında söyleme
interjection
söyle
mouth

Tom kept his mouth shut and didn't tell anyone what had happened. - Tom ağzını kapalı tuttu ve ne olduğunu kimseye söylemedi.

Tom told his son not to speak with his mouth full. - Tom oğluna ağzı doluyken konuşmamasını söyledi.

söyle
apprise
söyle
told#to
söyle
spit it out
söyle
toldto
söylemek
sound
söylemek
couch
söylemek
to sing (a song); to recite (a poem)
söylemek
observe
söylemek
to speak to, direct one's words to
söylemek
drop
söylemek
name

Tom, I have to tell you something. I love someone. His name starts with TO and ends with M. Er, who would that be? Is it someone I know? - Tom, sana bir şey söylemek zorundayım. Ben birini seviyorum. Onun adı TO ile başlıyor ve M ile sona eriyor. Kim olabilir ki bu? Tanıdığım biri mi?

You don't have to tell me your name. - Bana adınızı söylemek zorunda değilsiniz.

söylemek
to say, to tell, to speak, to remark; to declare; to utter; to sing (a song); to confess; to confide, to divulge, to let on
söylemek
to say, utter (something); to say (something) to (someone), tell (someone) (something): Bana Fatma'nın evde olmadığını söyledi, ama inanmadım. She told me that Fatma wasn't at home, but I didn't believe her
söylemek
give voice to
söylemek
to tell (someone to do something): Akşam yemeğini hazırlamamı söyledi. She told me to fix supper. Ona söyle, oraya gitmesin. Tell her not to go there
söylemek
break

I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break. - Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.

söylemek
hazard
söylemek
pass

Singing is my passion. - Şarkı söylemek benim tutkumdur.

It is my sad duty to tell you that Tom has passed away. - Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.

söylemek
remark
söylemek
spit
söylemek
speak of
söylemek
air
söylemek
quote
yakın sesleri ardarda söyleme güçlüğü
cacophony
yalan söyleme
lying

Tom had no qualms about lying. - Tom yalan söylemekten hiçbir vicdan azabı çekmiyordu.

He has no scruples about lying. - O yalan söylemeye çekinmez.

yerinde söz söyleme
grandiloquence
ıslık çalar gibi söyleme
sibilation
şakacıktan söyleme
joking
şarkı söyleme
song

We enjoyed singing songs together. - Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.

I like to sing songs. - Şarkı söylemekten hoşlanıyorum.

التركية - التركية
Söylemek işi
irat
Söylemek
çıkarmak
Söylemek
(Osmanlı Dönemi) NEBS
Söylemek
savurmak
Söylemek
irat etmek
Söylemek
çekmek
Söylemek
telaffuz etmek
Söylemek
atmak
söylemek
Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak
söylemek
Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak
söylemek
Haber vermek: "Benim burada nasıl yaşadığımı görenler gidip babama da söylerler."- A. Ş. Hisar. Önceden bildirmek, tahmin etmek: "Bir değil iki tane olduğunu size söylemiştim."- R. H. Karay
söylemek
Haber vermek
söylemek
Türkü, şarkı vb. okumak: "Kanto söyler gibi hareketler ve taklitlerle söylediği şarkılar pek eğlenceli şeylerdi."- R. N. Güntekin
söylemek
Bir şeyin yapılmasını sözle istemek: "Biraz sonra nazırın yine beni istediğini söylediler."- F. R. Atay
söylemek
Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak: "Ne söyler bu türküler / Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler."- N. Cumalı
söylemek
Önceden bildirmek, tahmin etmek
söylemek
Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak: "Hececiler kendilerinden sonra yeni bir edebî neslin yetişmediğini söylüyorlar."- S. F. Abasıyanık
söylemek
Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak
söylemek
Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak: "Bu konak için de yine senelerden beri aynı şeyi söylerim."- R. N. Güntekin
söylemek
Türkü, şarkı vb. okumak
söylemek
Yazmak, düzmek
söylemek
Bir şeyin yapılmasını sözle istemek
söylemek
şakımak
söyleme
المفضلات