Eski hisarın kalıntılarına bakıyorduk.
- We were looking at the ruins of the old fortress.
Bu kalıntılar hakkında daha fazla bilmek istiyorsan, bir arkeoloğa sormalısın.
- If you want to know more about these ruins, you should ask an archaeologist.
Kalıntılar görülmeye değerler.
- The ruins are worth visiting.
Eski hisarın kalıntılarına bakıyorduk.
- We were looking at the ruins of the old fortress.
Onlar enkaz arasında ceset arıyorlar.
- They were hunting for bodies among the ruins.
Arkeolog eski Roma harabeleri üzerinde çalışıyor.
- The archaeologist is studying old Roman ruins.
Bu harabeler eskidir.
- These ruins are ancient.
Eski kale harabeye dönmüştü.
- The old castle lay in ruins.
Ben, Machu Picchu harabelerini ziyaret etmek isterim.
- I want to visit the ruins of Machu Picchu.
Herkes için akşamı mahvetmek istemiyorum.
- I don't want to ruin the evening for everyone.
Onun gününü mahvetmek istemediğim için Tom'a ondan bahsetmedim.
- I didn't tell Tom about it because I didn't want to ruin his day.
Sana daha önce söylerdim ama akşam yemeğini bozmak istemedim.
- I would've told you earlier, but I didn't want to ruin dinner.
Tom'un tatilini bozmak istemiyorum.
- I don't want to ruin Tom's holiday.
Anı berbat etmek zorundaydın, değil mi?
- You had to ruin the moment, didn't you?
O insanlar hükümetlerini yıktılar ama onu tekrar nasıl inşa edeceklerini bilmiyorlar.
- Those people ruin their government, but they don't know how to build it again.
Tom onu çok sıcak olan suda yıkayarak en sevdiği gömleğini mahvetti.
- Tom ruined his favorite shirt by washing it in water that was too hot.
Başka herkes için onu mahvedenler sizin gibi insanlar.
- It's people like you who are ruining it for everyone else.
Bu kalıntılar hakkında daha fazla bilmek istiyorsan, bir arkeoloğa sormalısın.
- If you want to know more about these ruins, you should ask an archaeologist.
Kalıntılar görülmeye değerler.
- The ruins are worth visiting.
Ülkemizi tahrip edenler senin gibi insanlar.
- It's people like you who are ruining our country.
Savaş ülkeye yıkım getirdi.
- The war brought ruin to the country.
O beni mali yıkıma götürdü.
- He led me to financial ruin.
Onun işinin iflasın eşiğinde olduğunu duyuyorum.
- I hear his business is on the verge of ruin.
In one way, indeed, he bade fair to ruin us; for he kept on staying week after week, and at last month after month, so that all the money had been long exhausted.
The monastery has fallen into ruin.
My car breaking down just as I was on the road ruined my vacation.
He ruined his new white slacks by accidentally spilling oil on them.