Select Keyboard: Türkçe ▾ X
| ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Nesnenin yüzeyi oldukça pürüzlü.
- The surface of the object is fairly rough.
Bir kedinin dili pürüzlüdür.
- The tongue of a cat feels rough.
Tom'un sorunun nasıl çözüleceği hakkında kabaca bir fikri var.
- Tom has a rough idea about how to solve the problem.
Kaba kumaş çocuğun nazik cildini incitti.
- The rough material hurt the child's tender skin.
Bu sert oyunlarda oyuncular sıklıkla ciddi olarak yaralanır ve hatta bazen ölürdü.
- So, players were often seriously injured and sometimes even killed in these rough games.
Türbulanstan dolayı sert bir uçuş yaptık.
- We had a rough flight because of turbulence.
Fırtınalı denizlerde onu deniz tuttu.
- She become seasick in rough seas.
Fırtınadan dolayı deniz haşindi.
- The sea was rough because of the storm.
Onun nerede olduğuyla ilgili kabaca bir fikrim var.
- I have a rough idea where it is.
Kabaca seninle aynı yaştayım.
- I'm roughly the same age as you.
Deniz bugün oldukça dalgalı.
- The sea is pretty rough today.
Tekne dalgalı denizde şiddetle sallandı.
- The little boat bobbed on the rough sea.
Tom iş yerinde kötü bir gün geçirdi.
- Tom had a rough day at work.
Engebeli arazi yürüyüşçülerin ilerlemesini frenledi.
- The rough terrain checked the progress of the hikers.
Köye giden yol çok engebeli.
- The road to the village is very rough.
Tom sıkıntılı bir gece geçirdi.
- Tom had a rough night.
Tom yontulmamış bir insan.
- Tom is a diamond in the rough.
O, yeni evin yaklaşık otuz milyon yene mal olacağını tahmin ediyor.
- He estimates that the new house will cost roughly thirty million yen.
Asya yaklaşık olarak Avrupa'nın dört katı büyüklüktedir.
- Asia is roughly four times the size of Europe.
Asya yaklaşık olarak Avrupa'nın dört katı büyüklüktedir.
- Asia is roughly four times the size of Europe.
Engebeli arazi yürüyüşçülerin ilerlemesini frenledi.
- The rough terrain checked the progress of the hikers.
Zor bir zaman geçireceksin.
- You'll have a rough time.
Zor bir gün geçirdim.
- I've had a rough day.
Onlar amniyotik sıvının aşağı yukarı deniz suyu ile aynı bileşime sahip olduğunu söylüyorlar.
- They say amniotic fluid has roughly the same composition as sea water.
Tom aşağı yukarı Mary ile aynı yaşta.
- Tom is roughly the same age as Mary.
Tom'un yüzü pürüzlü, çünkü onun tıraş olmaya ihtiyacı var.
- Tom's face feels rough because he needs to shave.
Bir kedinin dili pürüzlüdür.
- The tongue of a cat feels rough.
The roughness of the road made me wonder if my car would fall apart.
The sea was rough.
Being a teenager these days can be rough.
A rough estimate.
The rock was one of those tremendously solid brown, or rather black, rocks which emerge from the sand like something primitive. Rough with crinkled limpet shells and sparsely strewn with locks of dry seaweed, a small boy has to stretch his legs far apart, and indeed to feel rather heroic, before he gets to the top.
The gangsters roughed him up a little.
This box has been through some rough handling.