Two women are taking it easy on a bench in the park.
- İki kadın parktaki bir bankta rahat ediyorlar.
I'll do whatever I can to make it easy for you.
- Seni rahat ettirebilmek için elimden gelen her şeyi yaparım.
Are people comfortable? No.
- İnsanlar rahat mı? Hayır.
She didn't feel comfortable with my friend.
- O benim arkadaşımla birlikte rahat hissetmedi.
His smile put her at ease.
- Onun tebessümü onu rahatlattı.
Tom couldn't seem to put Mary at ease.
- Tom dün gece Mary'yi rahat ettiriyor gibi görünmüyordu.
She always comforted herself with music when she was lonely.
- O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.
Tom found the chair quite comfortable.
- Tom sandalyeyi gayet rahat buldu.
The father is together with his son, how cozy it is!
- Baba oğlu ile birlikte, ne kadar rahat!
We live in a cozy little house in a side street.
- Yan sokaktaki küçük ve rahat bir evde yaşıyoruz.
If indifference is the kiss of death for a relationship, then complacency is the kiss of death for a business.
- İlgisizlik bir ilişki için ölüm öpücüğü ise öyleyse rahatlık bir iş için ölüm öpücüğüdür.
I felt quite relieved after I had said all I wanted to say.
- Söylemek istediğim her şeyi söyledikten sonra oldukça rahatlamış hissettim.
Tom was relieved to hear that Mary had arrived home safely.
- Tom Mary'nin güvenli şekilde eve vardığını duyduğunda rahatladı.
Tom won the race easily.
- Tom yarışı rahat kazandı.
This sofa can seat three people easily.
- Bu kanepeye rahatlıkla üç kişi oturtulabilir.
They say that music soothes the savage beast, but for me personally, it neither relaxes me nor calms me.
- Onlar müziğin vahşi canavarı sakinleştirdiğini söylüyorlar ama benim için şahsen, o beni ne rahatlatıyor ne de sakinleştiriyor.
Calm down and be cool.
- Sakin ol ve rahat ol.
Luxury and convenience do not equate to happiness.
- Lüks ve rahatlık mutluluğa eşit değildir.
Relax, you're doing fine.
- Rahatla, iyi gidiyorsun.
Just relax. Everything's going to be all right.
- Sadece rahatla her şey yoluna girecek.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
I want to live in comfort.
- Ben rahat içinde yaşamak istiyorum.
My aunt now lives in comfort.
- Teyzem şu anda rahat içinde yaşıyor.
Tom couldn't seem to put Mary at ease.
- Tom dün gece Mary'yi rahat ettiriyor gibi görünmüyordu.
I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese.
- Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.
The dead are gone and they cannot defend themselves. The best thing to do is to leave them in peace!
- Ölüler gitti, onlar kendilerini savunamazlar. Yapılacak en iyi şey onları rahat bırakmaktır!
Tom looks relaxed and rested.
- Tom rahatlamış ve dinlenmiş görünüyor.
I won't rest until I find out the truth.
- Gerçeği öğrenene kadar bana rahat yok.
The actor displayed a loosey–goosey attitude.
I never felt at ease in my father's company.
- Babamın şirketinde asla rahat hissetmedim.
Tom couldn't seem to put Mary at ease.
- Tom dün gece Mary'yi rahat ettiriyor gibi görünmüyordu.
Very few places on our earth remain undisturbed by civilization.
- Dünyamız üzerinde çok az yer uygarlık tarafından rahatsız edilmeden kalmıştır.
Where we can talk undisturbed?
- Nerede rahat konuşabiliriz?