تعريف rahat في التركية الإنجليزية القاموس.
- ease
His smile put her at ease.
- Onun tebessümü onu rahatlattı.
I never felt at ease in my father's company.
- Babamın şirketinde asla rahat hissetmedim.
- comfort
I feel more comfortable behind the wheel.
- Direksiyonun arkasında daha rahat hissediyorum.
Tom found the chair quite comfortable.
- Tom sandalyeyi gayet rahat buldu.
- comfortable
Everybody feels comfortable with him.
- Herkes onunla birlikte rahat hisseder.
Tom found the chair quite comfortable.
- Tom sandalyeyi gayet rahat buldu.
- comfy
- easy
I'll do whatever I can to make it easy for you.
- Seni rahat ettirebilmek için elimden gelen her şeyi yaparım.
Two women are taking it easy on a bench in the park.
- İki kadın parktaki bir bankta rahat ediyorlar.
- complacent
- relaxed, easygoing; (someone) who has an easy manner
- peace, calm; comfort, ease; comfortable, comfy; peaceful; relieved; free and easy; (iş) cushy, easy; easily; at ease!
- cosy
- cozy
He lives in a cozy little house.
- O, rahat küçük bir evde yaşar.
We live in a cozy little house in a side street.
- Yan sokaktaki küçük ve rahat bir evde yaşıyoruz.
- cushy
- fluent
- relieved
I am very much relieved to know that.
- Onu bildiğim için çok rahatladım.
I felt quite relieved after I had said all I wanted to say.
- Söylemek istediğim her şeyi söyledikten sonra oldukça rahatlamış hissettim.
- easygo
- cosey
- easy going
- easily
I can easily wait till tomorrow.
- Yarına kadar rahatça bekleyebilirim.
This sofa can seat three people easily.
- Bu kanepeye rahatlıkla üç kişi oturtulabilir.
- easeful
- content
- calm
She's always very calm and relaxed.
- O her zaman çok sakin ve rahat.
They say that music soothes the savage beast, but for me personally, it neither relaxes me nor calms me.
- Onlar müziğin vahşi canavarı sakinleştirdiğini söylüyorlar ama benim için şahsen, o beni ne rahatlatıyor ne de sakinleştiriyor.
- convenience
Luxury and convenience do not equate to happiness.
- Lüks ve rahatlık mutluluğa eşit değildir.
- welfare
- equable
- canny
- fine
Relax, you're doing fine.
- Rahatla, iyi gidiyorsun.
- unmoved
- free and easy
- unhurried
- unembarassed
- (Konuşma Dili) all right
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
Just relax. Everything's going to be all right.
- Sadece rahatla her şey yoluna girecek.
- affable
- homely
- contented
- homelike
- in comfort
The property left him by his father enables him to live in comfort.
- Babası tarafından ona bırakılan servet onun rahat bir şekilde yaşamasını sağlar.
My aunt now lives in comfort.
- Teyzem şu anda rahat içinde yaşıyor.
- rest
I felt out of place in the expensive restaurant.
- Pahalı bir restoranda rahatsız hissettim.
Tom looks relaxed and rested.
- Tom rahatlamış ve dinlenmiş görünüyor.
- restful
- unconstrained
- sweet
- At Ease!
His smile put her at ease.
- Onun tebessümü onu rahatlattı.
I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese.
- Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.
- snug
- composure
- luxurious
- unembarrassed
- cushioned
- at ease, easy, untroubled
- cavalier
- unconventional
- untroubled
- serene
- undisturbed
Very few places on our earth remain undisturbed by civilization.
- Dünyamız üzerinde çok az yer uygarlık tarafından rahatsız edilmeden kalmıştır.
Where we can talk undisturbed?
- Nerede rahat konuşabiliriz?
- facile
- peace
The dead are gone and they cannot defend themselves. The best thing to do is to leave them in peace!
- Ölüler gitti, onlar kendilerini savunamazlar. Yapılacak en iyi şey onları rahat bırakmaktır!
- peace and quiet, peace
- comfort, ease
- leisure
During the bubble, people dreamt of a life of leisure.
- Hayal sırasında, insanlar rahat bir hayatı hayal ettiler.
- (Hukuk) smooth
- at rest
- comfortable (place, thing)
- complacency
If indifference is the kiss of death for a relationship, then complacency is the kiss of death for a business.
- İlgisizlik bir ilişki için ölüm öpücüğü ise öyleyse rahatlık bir iş için ölüm öpücüğüdür.
- at ease
I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese.
- Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.
She had an unassuming air that put everyone at ease.
- Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- homey
- repose
- peaceful
- at peace
- rakish
- commodious
- above water
- easygoing
- loosey-goosey
The actor displayed a loosey–goosey attitude.
- içi rahat olma
- ease
- rahat etmek
- rest
- rahat ol
- be cool
Calm down and be cool.
- Sakin ol ve rahat ol.
- rahat olmak
- feel free
- rahat (giysi)
- casual
- rahat bir şekilde oturmak
- settle down
- rahat bırakmamak
- persecute
- rahat bırakmamak
- harass
- rahat bırakmamak
- prey on
- rahat bırakmamak
- tease
- rahat bırakmamak
- pester
- rahat bırakmamak
- badger
- rahat bırakmamak
- beset
- rahat durmak
- behave oneself
- rahat durmayan
- fidgety
- rahat etmek
- be at ease
- rahat etmek
- make oneself comfortable
- rahat etmek
- at ease
- rahat giyim
- casual wear
- rahat hissetmek
- feel comfortable
- rahat koltuk
- lounge-chair
- rahat konuşmak
- open up
- rahat olmayan
- uncomfortable
- rahat ve iyi konuşan
- glib
- rahat ve kendinden emin
- suave
- rahat vermemek
- harass
- rahat vermemek
- pester
- rahat vermemek
- persecute
- rahat! komutu
- (Askeri) close station
- Rahat bir vicdan yumuşak bir yastığa benzer
- (Atasözü) Good conscience is a soft pillow
- rahat bırakmak
- Leave somebody alone
- rahat olma
- be comfortable
- rahat (dur)!
- mil . At ease!
- rahat (meslek vb)
- cushy
- rahat batmak
- to be stupid enough to throw up an easy life
- rahat bir nefes
- (deyim) a breath of a fresh air
- rahat bir nefes alma
- sigh of relief
- rahat bir nefes almak
- (Konuşma Dili) be able to breath again
- rahat bir nefes almak
- heave a sigh of relief
- rahat bir nefes almak
- breathe a sigh of relief
- rahat bir oda rica ediyorum
- I'd like a cosy room
- rahat bir yaşam sürmek
- (deyim) live on the fat of the land
- rahat bir şekilde
- freely
- rahat bir şekilde oturmuş
- ensconced
- rahat bırakmak
- not to bother
- rahat bırakmak
- let alone
- rahat bırakmak
- leave well alone
- rahat bırakmak
- let be
- rahat bırakmak
- lay off
- rahat bırakmak
- to leave sb in peace
- rahat bırakmak
- (deyim) get off someone's back
- rahat bırakmak
- leave alone
- rahat bırakmak
- leave somebody in peace
- rahat bırakmak
- leave in peace
- rahat bırakmamak
- to bother, to pester, to badger, to harass, to persecute
- rahat bırakmamak/- vermemek
- not to leave (someone) in peace, pester, badger, devil
- rahat bırakılmış
- unmolested
- rahat durmak
- keep quiet!
- rahat durmak
- to behave oneself
- rahat durmak
- to stand or sit still; to behave oneself, behave
- rahat durmamak
- wiggle
- rahat duruş standing
- at ease, standing in the at ease position
- rahat döşeği bed
- (in which a corpse is lying)
- rahat etmek
- take comfort
- rahat etmek
- a) to be at ease b) to make oneself comfortable
- rahat etmek
- 1. to be at ease, rest easy, be untroubled. 2. to rest, take it easy
- rahat ettirilmiş
- eased
- rahat ettirme
- easing
- rahat ettirmek
- make comfortable
- rahat ettirmek
- snug down
- rahat ettirmek
- comfort
Tom did his best to comfort Mary.
- Tom, Mary'yi rahat ettirmek için elinden gelenin en iyisini yaptı.
I only wanted to make you comfortable.
- Ben sadece seni rahat ettirmek istedim.
- rahat ettirmek
- snug
- rahat geçme
- (Fizik) snug fit
- rahat giysi
- slack suit
- rahat hareket
- (Bilgisayar) loose gesture
- rahat hareket edilecek yer
- leeway
- rahat hissetmeniz için
- for your convenience
- rahat kimse
- cool cat
- rahat koltuk
- easy chair
- rahat koltuklu lüks vagon
- pullman
- rahat koltuklu vagon
- parlor car
- rahat konuşmak
- talk up
- rahat koşmak
- lope
- rahat koşu
- lope
- rahat kımıldanacak yer
- leeway
- rahat kıyafet
- lounge suit
- rahat kıyafet
- leisure wear
- rahat kıyafet
- casual wear
- rahat kıçına batmak
- to be stupid enough to spurn an easy life
- rahat mevki
- bed of roses
- rahat mı
- Do you feel comfortable
- rahat nefes alma
- (Tıp) trepopnea
- rahat olma
- laid-back
- rahat olmak
- be on velvet
- rahat oturamayan kimse
- fidget
- rahat rahat
- easily
- rahat rahat
- 1. comfortably. 2. easily, smoothly, without difficulty
- rahat uyumak
- sleep well
- rahat uyumak
- sleep soundly
- rahat vaziyetinde durmak
- stand at ease!
- rahat vaziyetinde durmak
- stand easy!
- rahat ve huzurlu
- palmy
- rahat ve huzurlu günler
- halcyon days
- rahat vermek
- reprieve
- rahat vermemek
- bother
- rahat vermemek
- beset
- rahat vermemek
- disturb
- rahat vermemek
- beleaguer
- rahat vermemek
- badger
- rahat vermemek
- to bother, to pester, to badger, to harass, to persecute
- rahat yaşamak
- live well
- rahat yüzü görmemek
- to be constantly plagued by troubles, not to have a moment's peace
- rahat yüzü görmemek
- not to have a moment's peace
- rahat yüzü görmemek
- have no peace
- rahat yüzü görmemek
- to have no peace
- rahat ölüm
- (Tıp) euthanasia
- rahat şey
- featherbed
- beni rahat bırak
- (Argo) get off my dick
- beni rahat bırak!
- leave me alone!
- rahat olmak
- feel at home
- düşüncesiz, kaygısız, rahat yaşayanlar
- careless, carefree, comfortable residents
- rahat ol
- put your mind at ease
- rahat ol
- make yourself at home
- geniş ve rahat yer
- elbowroom
- içi rahat
- At Ease!
- içi rahat etmek
- to be relieved
- içi rahat olmayan
- ill at ease
- rahat bırakmak
- give a horse the reins
- uzun ve rahat adımlarla koşmak
- lope