Tom gelecek vaadeden bir öğrenci.
- Tom is a promising student.
Tom gelecek vaadeden genç bir adamdır.
- Tom is a promising young man.
Bana ne söz veriyorsun?
- What are you promising me?
O bize hiçbir şey için söz vermiyor.
- He's promising us nothing.
O, şimdi en umut verici yazarlardan biri olarak tanınmaktadır.
- Now he is recognized as one of the most promising writers.
O, umut verici genç bir adamdır.
- He is a promising young man.
Mars yaşayabileceğimiz geleceği parlak bir yer.
- Mars is a promising place where we may be able to live.
O geleceği parlak bir öğrenci.
- She is a promising pupil.
O oldukça ümit verici görünüyor, değil mi?
- That sounds quite promising, doesn't it?
Sami umut veren bir kardiyologdu.
- Sami was a promising cardiologist.
Kimseye söylemeyeceğine söz vermek zorundasın
- You have to promise not to tell anyone.
Meksika yasalarına uymak için söz vermek zorunda kaldılar.
- They had to promise to obey the laws of Mexico.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet him at the coffee shop.
Çocuk parlak bir gelecek vâât ediyor.
- The boy is full of promise.
Cehennem vaatlerle döşelidir.
- Hell is paved with promises.
Tom onu nasıl yaptığını bana göstermek için söz verdi.
- Tom promised to show me how to do it.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet him at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Sana bir cevap vâât edemem ama bana posta gönderebilirsin.
- I can't promise a reply, but you can send mail to me.
İşte, vaat edilen kar!
- Lo, the promised snow!
O bize yardımını vaadetti.
- He promised us his assistance.
Sözünden dönmemelisin.
- You should not break your promise.
O asla sözünden dönmeyecek.
- He will never break his promise.
... After a promising career in financial services, Robert was, ...