تعريف positioning في الإنجليزية التركية القاموس.
- ayarlama
- konumlanma
- yerleştirme
- {f} konumla
- {i} konumlama
- yerleştirerek
- {f} konumla: prep.konumlayarak
- {i} yerleşti
- (Ticaret) konum
- pozisyon alma
- position
- mevki
- position
- pozisyon
Tom pozisyon için başvurdu, ancak onu alamadı.
- Tom applied for the position, but he didn't get it.
O, yeni pozisyonundan vazgeçerek karısını hayal kırıklığına uğratmak istemedi.
- He didn't want to disappoint his wife by giving up his new position.
- position
- konum
Sana tavsiye verecek konumda değilim.
- I'm not in a position to give you advice.
Konumunu yitirdi çünkü yalan söylemekten kaçınmıştı.
- He lost his position just because he refused to tell a lie.
- position
- {i} durum
O, durumunu bana açıkladı.
- He explained his position to me.
Boşanmalar, boşanan çiftlerin ortak arkadaşlarını zor durumda bırakabilir, özellikle de ayrılık sert ve tantanalı olmuşsa.
- Divorce can put mutual friends of the divorcing couple in a difficult position, particularly if it's an acrimonious split.
- positioning time
- konumlanma süresi
- positioning band
- (Askeri) MERKEZLEME ÇEMBERİ: Atımın hazne ve namlu içinde gerektiği şekilde durmasını temin için bazı geri tepmesiz mühimmata takılan çember
- positioning lamp
- gabari lambası
- positioning relay
- konum rölesi
- positioning tap
- yerleştirme musluğu
- positioning time
- konumlanma suresi
- positioning, velocity, and timing
- (Askeri) mevki, hız ve zamanlama
- point positioning database
- (Askeri) nokta konumlama veri tabanı
- position
- yerleştirmek
- global positioning satellite
- (Bilgisayar) küresel konum uydusu
- global positioning satellite
- (Bilgisayar,Teknik) küresel yer bildirim uydusu
- global positioning system
- (Askeri,Telekom) küresel konumlama sistemi
- position
- (Kanun) yargı
- position
- pozisyonlandırmak
- position
- (Ticaret) kişisel görüş
Başkan konuyla ilgili kişisel görüşünü belirtti.
- The president stated his position on the issue.
- position
- (Ticaret) konumlandırmak
- position
- (Politika, Siyaset) düşünce
- position
- görevi
Ben, yeni görevinde aktif bir rol alacağından eminim.
- I am sure you will take an active role in your new position.
O on yıldır şimdiki görevinde kaldı.
- She has remained in her present position for ten years.
- position
- unvan
Büyük bir unvan mutlaka yüksek bir görev anlamına gelmez.
- A big title does not necessarily mean a high position.
- position
- konumlamak
- position
- konumlanmak
- position
- konumuna getirmek
- position
- (Ticaret) kanı
- position
- (Ticaret) kadro
- position
- toplumsal durum
- position
- tutum
- precise positioning system
- (Askeri) hassas konumlama sistemi
- aileron positioning relay
- kanatçık durum değiştirme rölesi
- head positioning
- kafa konumlanması
- position
- yerini belirlemek
- position
- hal
Amcam geçen yıl öğretmenlikten emekli oldu, fakat üniversitede bir görevi hâlâ sürdürebiliyordu.
- My uncle retired from teaching last year, but he still managed to hang onto a position at the university.
- position
- iş
CEO'nun işbirliği yapma konusundaki isteksizliği bizi zor duruma soktu.
- The CEO's unwillingness to cooperate put us in a difficult position.
Hükümet konağında iyi bir işi var.
- He has a good position in a government office.
- position
- memuriyet
- position
- görev
Büyük bir unvan mutlaka yüksek bir görev anlamına gelmez.
- A big title does not necessarily mean a high position.
Ben, yeni görevinde aktif bir rol alacağından eminim.
- I am sure you will take an active role in your new position.
- position
- rütbe
- position
- vaziyet
- brand positioning
- Marka konumlandırılması
- position
- {f} konumla
Takım yıldızları gökyüzündeki yıldızların konumlarını tanımaya yardım etmek için faydalı bir yol olabilir.
- Constellations can be a useful way to help identify positions of stars in the sky.
- position
- pozisyonu
- position
- fikir
- random positioning
- rasgele konumlama
- absolute positioning
- mutlak konumlama
- advertisement positioning
- (Reklam) reklam konumlandırma
- analytical photogrammetric positioning system
- (Askeri) analitik fotogrametrik konumlama sistemi
- digital point positioning database
- (Askeri) dijital nokta konumlandırma veritabanı
- global positioning satellite
- kuresel yer bildirim uydusu
- global positioning system
- (Askeri) küresel konumlandırma sistemi
- global positioning system
- küresel konum-belirleme sistemi
- machine positioning precision
- makina konumlama kesinligi
- position
- {i} yer
Yerimde olsan ne yaparsın?
- What would you do if you were in my position?
Yerinde olsam, onu derhal yaparım.
- Were I in your position, I would do it at once.
- position
- {i} duruş
- position
- {f} koymak
- position
- {i} görüş
Başkan konuyla ilgili kişisel görüşünü belirtti.
- The president stated his position on the issue.
- position
- {i} statü
- position
- (Tıp) Çocuğun uterus içindeki durumu
- position
- yerini bulmak
- position
- (Tıp) Durum, vaziyet, şekil, yer, pozisyon
- position
- {i} ask. mevzi
- position
- sosyal pozisyon
- position
- (Tıp) Özel muayeneler için vücuda verilen bazı durumlar
- position
- {i} toplumsal durum, sosyal pozisyon
- position
- durum,v.yerleştir: n.pozisyon
- position
- mahal mevzi
- position
- meram
- position
- (Askeri) NİŞAN VAZİYETİ: Bir tüfek veya diğer silahla ateş ederken bir asker tarafından alınan standart vaziyetlerden herhangi biri
- position
- {i} sav
Bu pozisyon beni son derece savunmasız hissettiriyor.
- This position makes me feel extremely vulnerable.
- position
- position paper belli bir sorun üzerinde bi
- position
- orun
- precise lightweight global positioning system (GPS) receiver
- (Askeri) kesin hafif küresel konumlama sistemi (GPS) alıcısı
- precision positioning service
- (Askeri) hassas konumlama hizmeti
- random positioning
- rastgele konumlama
- special psychological operations (PSYOP) study; standard positioning system
- (Askeri) özel psikolojik harekat çalışması; standart mevki bulma sistemi
- synchronizer positioning pin
- (Tekstil) senkronizer yerleştirme pimi