Her şeyi planlamak zorundayım.
- I have to plan everything.
Evlilik teklif etmeden önce düğün planlamak arabayı atın önüne koymaktır.
- Planning the wedding before proposing is putting the cart before the horse.
Ben çok fazla plan yapmaktan hoşlanmam.
- I don't like to plan too much.
Bir plan yapmak zorundayız.
- We have to make a plan.
Yeni plan hakkında seninle aynı düşüncede değilim.
- I can't agree with you with regard to the new plan.
Tüm Amerikan işçilerinin yaklaşık yarısının iş yeri emeklilik tasarruf planına girişleri yok.
- About half of all American workers do not have access to workplace retirement savings plan.
Sigara içerken planı tasarladım.
- I conceived of the plan while I was smoking.
Sen planlarını benimkine uydurmalısın.
- You must accommodate your plans to mine.
Bu planları erteleyeceğiz.
- We'll put these plans on ice.
New York'a bir yolculuk planlıyoruz.
- We are planning a trip to New York.
Biz onun yeni bir yol yapma planına karşı çıktık.
- We opposed his plan to build a new road.
Tom için bir parti tertip ettim.
- I planned a party for Tom.
Yeni projeyi üç saat tartıştıktan sonra, Andrew'un planının en iyi olduğu sonucuna vardık.
- Having discussed the new project for three hours, we concluded that Andrew's plan was the best.
Projeyi sorunsuz olarak daha ileriye götürmek için, biz planı birkaç kez revize ettik.
- In order to progress the project smoothly, we have revised the plan several times.
Başka bir tasarın var mı?
- Have you got another plan?
O yürürken onun beyni yüzlerce harika şeyler planlamakla, yüzlerce hayaller kurmakla meşguldü.
- As he walked along, his brain was busy planning hundreds of wonderful things, building hundreds of castles in the air.
O, planlama bölümünde çalışıyor.
- He works in the planning section.
Tom Mary'nin Boston'da yaşamayı planlamadığını daha sonra öğrendi.
- Tom learned later that Mary wasn't planning to live in Boston.
Esperanto planlı bir dildir.
- Esperanto is a planned language.
Sami o gün ayrılmayı planlıyordu.
- Sami planned to leave that day.
Çok özel planlanmış bir şeyim var.
- I have something very special planned.
Oldukça çok planlanmış işimiz var.
- We have quite a lot of work planned.
Yağışlı mevsimde o kadar sık yağmur yağar ki gezintileri planlamak zordur.
- It rains so often in the wet season that it's hard to plan outings.
Girişken bir eylem planına ihtiyacımız var.
- We need an aggressive plan of action.
Tom partiyi planlayarak iyi bir iş yaptı.
- Tom did a good job planning the party.
Tom oyun planını anlıyor.
- Tom understands the game plan.
Tom bir oyun planıyla geldi.
- Tom came in with a game plan.
Bizim bir ana planımız vardı.
- We had a master plan.
Tom'un o proje üzerinde çok fazla zaman harcamayı planladığından şüpheliyim.
- I doubt that Tom planned to spend so much time on that project.
Tom Mary'ye yüzmeyi planlayıp planlamadığını sordu.
- Tom asked Mary whether she planned to swim or not.
Tom, John'un ne zaman aşçılığa başlamayı planladığını Mary'nin bildiğini düşündüğünü söyledi.
- Tom said that he thought Mary knew what time John was planning to start cooking.
Saldırı yeterli planlama yapılmadan başladı.
- The attack began without enough planning.
Sen planlarını benimkine uydurmalısın.
- You must accommodate your plans to mine.
Kongre tarafından yapılan planlara uyuyorum.
- I'm following the plans made by congress.
They jointly planned the project in phases, with good detail for the first month.
He didn't really have a plan; he had a goal and a habit of control.
The architect planned the building for the client.
He planned to go, but work intervened.
Seen in plan, the building had numerous passageways not apparent to visitors.
The plans for many important buildings were once publicly available.
After failing to find a wife by 40, he had to rely on plan B, a mail-order bride.
I didn't plan on Truman winning the election.
So what is the game plan? We need to get everyone out of this alive, and I am clueless.
Tom is scheduled to give a concert in Boston on October 20th.
- Tom 20 Ekimde Boston'da bir konser vermeyi planladı.
I think you should stick to your training schedule.
- Sanırım eğitim planına bağlı kalmalısın.
His scheme went wrong in the end.
- Onun planı sonunda bozuldu.
Tom warned the police about a scheme to assassinate the mayor.
- Tom belediye başkanına suikast düzenlemek için bir plan hakkında polisi uyardı.
What are Mary's true intentions?
- Mary'nin gerçek planları ne?
Tom has good intentions.
- Tom'un güzel planları var.
Tom masterminded a diabolic plot to kill his wife.
- Tom karısını öldürmek için şeytani bir plan hazırladı.
He was ignorant of the plot to assassinate him.
- Ona suikast yapılacağı planından habersizdi.
So you're planning to follow this course as well!
- Öyleyse siz de bu kursu takip etmeyi planlıyorsunuz.
Of course, I have a plan.
- Elbette bir planım var.
You should always plan for the worst-case scenario.
- Her zaman en kötü senaryo için plan yapmalısınız.
There is no Plan B because there is no Planet B.
- B planı yoktur, çünkü B gezegeni yoktur.
The plane took off at 11:00 a.m; thirty minutes later than scheduled.
- Uçak sabah 11.00'de havalandı; planlanandan otuz dakika daha sonra.
Fadil and Layla set up a robbery.
- Fadıl ve Leyla bir soygun planladılar.
Sami set up a plan to kill Layla.
- Sami, Leyla'yı öldürmek için bir plan kurdu.
Having discussed the new project for three hours, we concluded that Andrew's plan was the best.
- Yeni projeyi üç saat tartıştıktan sonra, Andrew'un planının en iyi olduğu sonucuna vardık.
He planned the project along with his colleagues.
- O ,projeyi iş arkadaşlarıyla birlikte planladı.
I certainly had no idea Tom was planning to move to Boston.
- Tom'un Boston'a taşınmayı planladığına dair kesinlikle fikrim yoktu.
You have no idea where Tom plans to go to college, do you?
- Tom'un üniversiteye nereye gitmeyi planladığına dair hiçbir fikrin yok, değil mi?
I brought the blueprints.
- Ben planları getirdim.
These measurements conform to the blueprints.
- Bu ölçümler planlara uygundur.
Plans for a new trade zone are still on the drawing board.
- Yeni bir ticaret bölgesi için planlar henüz çalışma aşamasında.
Tom understands the game plan.
- Tom oyun planını anlıyor.
Tom came in with a game plan.
- Tom bir oyun planıyla geldi.
Your plan is not in line with our policy.
- Senin planın bizim politikamızla uyumlu değil.
Let's get a picture of us with the sea in the background.
- Arka planda deniz manzaralı bir resmimizi çektirelim.
There is a castle in the background of the picture.
- Resmin arka planında bir kale var.
We have to make a plan.
- Bir plan yapmak zorundayız.
We have to make a plan.
- Bir plan yapmak zorundayız.
I don't like to plan too much.
- Ben çok fazla plan yapmaktan hoşlanmam.
We've got to have a better plan.
- Daha iyi bir plan yapmak zorundayız.
She is always thinking of moneymaking schemes.
- Her zaman para kazanma planlarını düşünüyor.
I'm following the plans made by congress.
- Kongre tarafından yapılan planlara uyuyorum.
We'll put these plans on ice.
- Bu planları erteleyeceğiz.
... Could you discuss Google's plan for bringing the ...
... if they had a business plan in one of these. ...