Onun felci ilerliyor ve yakında yataktan çıkamayacak.
- His paralysis is progressing, and soon he won't be able to get out of bed.
Bu paragraf iyi yazılmış ama son cümlede bir yanlışlık var.
- This paragraph is well written, but there is a mistake in the last sentence.
Bu paragrafın anlamını anlayabiliyor musun?
- Can you understand the meaning of this paragraph?
Provence iklimi üzerine bir paragraf yaz.
- Write a paragraph on the climate in Provence.
Tom paraşütçü askeri doktor olmak istemiyor.
- Tom doesn't want to be a paramedic.
O bir paraşütçü asker miydi?
- Was he a paratrooper?
How much money do you want?
- Ne kadar para istiyorsun?
He has lots of money.
- O aşırı para harcıyor.
France's currency was the franc, and its symbol was ₣. While it is no longer used in France, francs are still in use in some former French colonies such as Guinea.
- Fransa'nın para birimi franktı ve sembolü ₣ idi. Frank Fransa'da artık kullanılmıyor ama Gine gibi bazı eski Fransız kolonilerinde hâlâ kullanılmaktadır.
The former Italian currency was the lira and its symbol was ₤. It's not related to the Turkish lira.
- Daha önceki İtalyan para birimi liradır.ve onun sembolü £ dır.O Türk lirasıyla ilgili değildir.
America is a lovely place to be, if you are here to earn money.
- Eğer para kazanmak için buradaysan, Amerika bulunmak için hoş bir yer.
Tom changed jobs to earn more money.
- Tom daha çok para kazanmak için iş değiştirdi.
Give me two pieces of chalk.
- Bana iki parça tebeşir ver.
I bought three pieces of furniture.
- Ben üç parça mobilya satın aldım.
Mother divided the cake into three parts.
- Anne pastayı üç parçaya böldü.
This factory manufactures automobile parts.
- Bu fabrika, otomobil parçaları üretmektedir.
I loaned Tom some money.
- Ben Tom'a biraz ödünç para verdim.
Tom said he couldn't loan any money to Mary.
- Tom Mary'ye herhangi bir ödünç para veremediğini söyledi.
Tom lives beyond his means.
- Tom kazandığından çok para harcıyor.
Success means much money, doesn't it?
- Başarı çok para anlamına gelir, değil mi?
He's rolling in dough.
- O, çok para kazanıyor.
I'm rolling in dough.
- Ben çok para kazanıyorum.
The former Argentine currency was Austral. Its symbol was ₳.
- Arjantin'in eski para birimi Austral'di. Sembolü ₳ idi.
The former Italian currency was the lira and its symbol was ₤. It's not related to the Turkish lira.
- Eski İtalyan para birimi liretti ve sembolü ₤ idi. Liret Türk lirasıyla alâkalı değildir.
IMF stands for International Monetary Fund.
- IMF Uluslararası Para Fonu (IMF) anlamına gelir.
We exhausted our funds.
- Biz para kaynağını tükettik.
A household is a group that shares the same living space and finances.
- Ev halkı, aynı yaşam alanını ve parayı paylaşan bir gruptur.
IMF stands for International Monetary Fund.
- IMF Uluslararası Para Fonu (IMF) anlamına gelir.
Monetary value is the dominant value in American society.
- Parasal değer Amerikan toplumunda egemen değerdir.
We exhausted our funds.
- Biz para kaynağını tükettik.
When do you think his funds will run out?
- Onun parasının ne zaman biteceğini düşünüyorsun?
He had barely enough money to buy bread and milk.
- Ekmek ve süt alacak kadar parası ancak vardı.
When he had no money, he couldn't buy any bread.
- Parası olmadığı zaman hiç ekmek alamazdı.
Tom and Mary have jumped together from Pulpit Rock with a parachute. It was a short but magical experience.
- Tom ve Mary birlikte Pulpit Rock'tan paraşütle atladılar. Kısa ama büyülü bir deneyimdi.
We all chipped in to buy our teacher a birthday present.
- Hepimiz öğretmenimize bir doğum günü hediyesi almak için para verdik.
If you want to go to Israel, you need many shekels. Water costs only 0,50 ₪.
- İsrail'e gitmek istiyorsan çok paraya ihtiyacın var. Su sadece 0,50 ₪.
My jacket has a secret pocket where I can hide money or other valuables.
- Ceketimin para veya başka şeyler saklayabileceğim gizli bir cebi var.
Jack can't afford a new bicycle.
- Jack'in yeni bir bisiklete parası yetemez.
Green is the color of money.
- Yeşil, paranın rengidir.
The five yuan coins are brass, and the ten yuan coins are made out of bronze.
- Beş yuan paralar pirinç, ve on yuan paralar bronz dışında yapılır.
The 5 yen coin is made from brass and the 10 yen coin is made from bronze.
- 5 yen bozuk para pirinçten yapılır ve 10 yen bozuk para bronzdan yapılır.
Tom stole some money from Mary's purse.
- Tom Mary'nin cüzdanından biraz para çaldı.
Tom stole some money from his mother's purse.
- Tom annesinin çantasından biraz para çaldı.
Tom caught Mary stealing his money from the cash register.
- Tom Mary'yi yazarkasadan parasını çalarken yakaladı.
Tom caught Mary stealing money from the cash register.
- Tom Mary'yi yazar kasadan para çalarken yakaladı.
Eric who was a weak prince issued a bad coinage which excited great discontent among the Danes.
- Güçsüz bir prens olan Eric Danimarkalılar arasında büyük hoşnutsuzluğa sebep olan kötü bir para sistemi çıkardı.
Time is the coin of your life. You spend it. Do not allow others to spend it for you.
- Zaman hayatınızın parasıdır. Onu harcayın. Başkalarının sizin için harcamasına izin vermeyin.
I was fined a dollar.
- Bir dolar para cezasına çarptırıldım.
I was fined 20 dollars for illegal parking.
- Ben yasadışı otopark için 20 dolar para cezasına çarptırıldım.
Please send me a refund.
- Lütfen bana bir para iadesi yapın.
They wouldn't refund my ticket.
- Onlar biletime para iadesi yapmadı.
We exhausted our funds.
- Biz para kaynağını tükettik.
Tom is running short of funds.
- Tom para kaynağını tüketiyor.
I want to deposit some money.
- Biraz para yatırmak istiyorum.
Sir, I would like to deposit my money. How do I do that?
- Beyefendi, ben para yatırmak istiyorum. Bunu nasıl yaparım?
How much money you would like to withdraw?
- Ne kadar para çekmek istersin?
Many people use cash machines to withdraw money.
- Pek çok insan para çekmek için nakit para çekme makineleri kullanıyor.
Making bank deposits just got easier.
Make deposits quickly and easily.
Every little bit helps.
- Her küçük parça yardım eder.
Love isn't a game, so you can't just cherry pick the best bits!
- Aşk bir oyun değildir, bu nedenle sadece en iyi parçaları seçemezsiniz!
It looks like your hard disk is fragmented.
- Sabit disk parçalanmış gibi görünüyor.
He tried to put the fragments of a broken vase together.
- O, kırık bir vazonun parçalarını bir araya getirmeye çalıştı.
The following passage is a quotation from a well-known fable.
- Aşağıdaki parça iyi bilinen bir fabldan bir alıntıdır.
Read this passage and translate it into Japanese.
- Bu parçayı okuyup Japonca'ya çevir.
He instantly regretted taking apart the laptop after realizing how many complex components there were inside.
- İçinde ne kadar karmaşık parçalar olduğunu farkettikten sonra dizüstünü söktüğüne anında pişman oldu.
Mother divided the cake into three parts.
- Anne pastayı üç parçaya böldü.
She shared her piece of cake with me.
- O, kek parçasını benimle paylaştı.
He gave him a lump of silver as big as his head.
- Ona kafası kadar büyük gümüş bir parça verdi.
Then little Gerda wept hot tears, which fell on his breast, and penetrated into his heart, and thawed the lump of ice, and washed away the little piece of glass which had stuck there.
- Sonra küçük Gerda, onun göğsüne dökülen, oradan kalbine nüfuz edip, buz kalıbını eriten ve orada saplanmış olan küçük cam parçasını alıp götüren sıcacık gözyaşlarını döktü.
I'd like a large portion, please.
- Lütfen, büyük bir parça istiyorum.
Mary is scraping her heels.
- Mary topuklarını parçalıyor.
Tom asked for Mary's address and wrote it down on a piece of scrap paper.
- Tom Mary adresini istedi ve onu bir parça kâğıt üzerine not etti.
These items are rather hard to obtain.
- Bu parçaları elde etmesi oldukça zordur.
Your item will be shipped as soon as possible.
- Parçanız en kısa sürede gönderilecektir.
The dough broke up when Tom tried to stretch it.
- Tom onu germeye çalıştığında hamur parçalandı.
And the servant came and chopped the Tree into little pieces.
- Uşak geldi ve ağacı küçük parçalara ayırdı.
Before forks and chopsticks, people usually ate food with a piece of flat bread.
- Çatal ve çubuklardan önce, insanlar genellikle düz bir parça ekmek ile yemek yerdi.
Read this passage and translate it into Japanese.
- Bu parçayı okuyup Japonca'ya çevir.
The following passage is a quotation from a well-known fable.
- Aşağıdaki parça iyi bilinen bir fabldan bir alıntıdır.
Would you slice me a piece of ham, please?
- Bana bir parça jambon dilimler misin?
Mother divided the cake into three parts.
- Annem pastayı üç parçaya böldü.
Tom divided the pie into three equal parts.
- Tom pastayı üç eşit parçaya böldü.
Did you listen to her new song?
- Onun yeni parçasını dinledin mi?
Some scientists think that gravity is made up of particles called gravitons which travel at the speed of light.
- Bazı bilim adamları yer çekiminin ışık hızıyla seyahat eden graviton denilen parçacıklardan yapıldığını düşünüyor.
Each kind of atom has a certain unique number of particles called protons, neutrons, and electrons in it.
- Her tür atomun içinde protonlar, nötronlar ve elektronlar denilen belirli benzersiz parçacıkları vardır.
I bought three pieces of furniture.
- Ben üç parça mobilya satın aldım.
Tom cut the pie into six pieces.
- Tom pastayı altı parçaya böldü.
On the plate was a piece of chicken, a potato and some green peas.
- Tabakta bir parça piliç, bir patates ve biraz yeşil bezelye vardı.
You worship money because you believe in capitalism.
- Kapitalizme inandığın için paraya tapıyorsun.
Mr. Morita started a business by using borrowed money as capital.
- Bay Morita sermaye olarak borç para kullanarak bir işe başladı.
It takes a lot of money to keep up such a big house.
- Böylesine büyük bir evi geçindirmek için çok para gerekir.
Jane went to the bank to take out some money.
- Jane biraz para çekmek için bankaya gitti.
Nouns, pronouns, verbs, adjectives, adverbs, articles, prepositions, conjunctions, and interjections are the parts of speech in English.
- İsimler, zamirler, fiiller, sıfatlar, zarflar, makaleler, edatlar, bağlaçlar, ve ünlemler İngilizcede konuşma parçalarıdır.
Tom cut his sister a piece of cake.
- Tom kız kardeşine bir parça kek kesti.
She cut the apple in two.
- O, elmayı iki parçaya ayırdı.
It's clear Tom doesn't have an ounce of humanity.
- Tom'un bir parça insanlığının olmadığı açık.
Scotland is part of the United Kingdom.
- İskoçya Birleşik Krallığın parçasıdır.
Tom didn't know that Hawaii was part of the United States.
- Tom Hawaii'nin ABD'nin bir parçası olduğunu bilmiyordu.
Can you break an apple in half with your bare hands?
- Çıplak ellerinle bir elmayı parçalayabilir misin?
I can rip you apart with my bare hands.
- Seni çıplak ellerimle parçalayabilirim.
The following passage is a quotation from a well-known fable.
- Aşağıdaki parça iyi bilinen bir fabldan bir alıntıdır.
Possibly the fossilized tracks belong to animals of the Jurassic period.
- Muhtemelen fosilleşmiş parçalar jura dönemi hayvanlarına aittir.
This is my favorite track on the entire disc.
- Bu, bütün diskteki favori parçam.
A pick is a long handled tool used for breaking up hard ground surfaces.
- Bir kazma sert zemin yüzeyleri parçalamak için kullanılan uzun saplı bir araçtır.
I fixed the flashlight using a small tool.
- Ben küçük bir parça kullanarak el fenerini onardım.
If I had been rich, I would have given you some money.
- Zengin olsaydım, ben sana biraz para verirdim.
He is rolling in riches.
- O para içinde yüzüyor.
Tom has a patch of gray in his hair.
- Tom'un saçında bir parça gri var.
Tom put a bag of shredded cheese into his shopping cart.
- Tom alışveriş sepetine bir kutu parçalanmış peynir koydu.
There wasn't a single shred of evidence.
- Tek bir parça delil yoktu.