oyunda

listen to the pronunciation of oyunda
التركية - الإنجليزية
game
Willing to participate

I'm game, would you like to tell me how ? - From the computer game Adventure.

To gamble
{n} a play, sport, jest, animals pursued
an amusement or pastime; "they played word games"; "he thought of his painting as a game that filled his empty time"; "his life was all fun and games"
Crooked; lame; as, a game leg
If you are new to a particular game, you have not done a particular activity or been in a particular situation before. Don't forget that she's new to this game and will take a while to complete the task
willing to face danger
You can use game to describe a way of behaving in which a person uses a particular plan, usually in order to gain an advantage for himself or herself. Until now, the Americans have been playing a very delicate political game
An item or set of materials designed for play according to prescribed or implicit rules and intended for recreation or instruction See also Kit
A competitive and often good humoured pastime played to particular rules The packaging and boards or cards which are sometimes used may contain illustrations A type of MERCHANDISE
Unlike many other sports, in tennis this term does not refer to the entire competition, but rather to one portion of it A game is a series of points played until the winner has reached four points and has two more than his or her opponent Scoring follows this pattern: love, 15, 20, 30, 40, deuce, advantage
(games) the score at a particular point or the score needed to win; "the game is 6 all"; "he is serving for the game"
a secret scheme to do something (especially something underhand or illegal); "they concocted a plot to discredit the governor"; "I saw through his little game from the start"
a contest of person against person or team against team A game consists of freedoms, barriers and purposes, and there is a necessity in a game to have an opponent or an enemy Also there is a necessity to have problems, and enough individuality to cope with a situation To live life fully, then, one must have in addition to "something to do," a higher purpose, and this purpose, to be a purpose at all, must have counter-purposes or purposes which prevent it from occurring
Of or pertaining to such animals as are hunted for game, or to the act or practice of hunting
Having a resolute, unyielding spirit, like the gamecock; ready to fight to the last; plucky
A physical or mental competition in which the participants, called players, seek to achieve some objective within a given set of rules See also game theory
Games are an organized event in which competitions in several sports take place. the 2000 Olympic Games at Sydney
To play at any sport or diversion
a single play of a game; "the game lasted 2 hours"
oyun
{i} game

Football is an old game. - Futbol eski bir oyundur.

If the metal plate terminal of the game cassette is dirty it may be difficult for the game to start when the cassette is inserted into the game console. - Eğer oyun kasetinin metal plaka terminali pis ise oyun konsoluna kaset yerleştirildiğinde oyunun başlaması zor olabilir.

oyun
play

Resident Evil 4 is one of the best games I have ever played. - Resident Evil 4 şu ana kadar oynadığım en iyi oyunlardan biridir.

The playground is divided into three areas by white lines. - Oyun alanı, beyaz çizgiler tarafından üçe bölünmüş.

oyunda ebe yapmak
midwives to do in the game
oyunda hata
(tenis) foot fault
oyunda hile yapmak
sharp
oyunda rol alanlar
dramatis personae
oyunda tekrarlanan şarkı
theme song
oyunda yerde toplanan kâğıtlar
trick
oyun
performance

Would you like to see a live performance of a play with me Saturday? - Cumartesi günü benimle bir oyunun canlı performansını görmek ister misin?

Has the performance started yet? - Oyun henüz başladı mı?

oyun
{i} act

The actor was on the stage for most of the play. - Aktör oyunun büyük bölümünde sahnedeydi.

Not everyone thought she was a great actress. - Herkes onun büyük bir oyuncu olduğunu düşünmüyordu.

oyun
hoax

I believe it's all a hoax. - Bunun hepsinin bir oyun olduğuna inanıyorum.

oyun
stage play
oyun
trick

It is no use trying to play a trick on me. - Bana oyun oynamaya çalışmanızın faydası yok.

Mike played a bad trick on his brother. - Mike erkek kardeşine kötü bir oyun oynadı.

oyun
acting

Her acting is on the level of a professional. - Onun oyunculuğu profesyonel düzeydedir.

Jane has been acting in films since she was eleven. - On bir yaşından beri, Jane filmlerde oyunculuk yapıyor.

oyun
canard
oyun
{i} playing

Just then, the workers in the park brought over some small playing cards. - Tam o sırada parktaki işçiler bazı küçük oyun kartları getirdiler.

When I was playing video games in the living room, Mother asked me if I would go shopping with her. - Oturma odasında video oyunları oynarken annem bana onunla birlikte alışverişe gidip gitmeyeceğimi sordu.

oyun
pretense
oyun
piece

Climbing that mountain was a piece of cake. - O dağa tırmanmak çok oyuncağıydı.

oyun
representment
oyun
wiles
oyun
jeu (fr)
oyun
presentation
oyun
intrigue
oyun
dalliances
oyun
sham
oyun
spectacle
oyun
representation
oyun
sell

The toy seller was very friendly. - Oyuncak satıcısı çok samimiydi.

That toy is selling like hot cakes. - O oyuncak çok satılıyor.

oyun
prank

Stop playing pranks on me! - Bana oyun oynamayı kes!

oyun
ruse
oyun
artifice
oyun
show

He showed me the manuscript of his new play. - O, yeni oyununun el yazmasını bana gösterdi.

The Comédie Française is the theater that shows Molière's plays. - Comédie Française, Molière'in oyunlarını gösteren tiyatrodur.

oyun
dodge
Oyun
gameplay
oyun
playgrounds
oyun
gamers
oyun
diversion
OYUN
(Askeri) gaming
oyun
device
oyun
wheeze
oyun
sport
oyun
presentment
oyun
dance, folk dance
oyun
play, theatrical presentation
oyun
dance

He knows many folk dances. - O birçok halk oyunu biliyor.

oyun
trick, ruse
oyun
frolic
oyun
game; play, performance; drama; dance; trick, ruse, game, hoax, prank
oyun
wrestling a movement designed to throw one's opponent off guard
oyun
gull
oyun
stratsgem
oyun
pelota
oyun
rounders
oyun
chouse
oyun
double

I enjoy playing doubles with Tom. - Tom'la teniste çiftli oyun oynamaktan hoşlanıyorum.

oyun
gouge
oyun
flimflam
oyun
ludo
oyun
practice

Tom hurt his left knee during practice, so John had to play the game in his place. - Tom uygulama sırasında sol dizini incitti, bu yüzden John oyunu yerinde oynamak zorunda kaldı.

oyun
cheat
oyun
gambol
oyun
stratagem
oyun
dalliance
التركية - التركية

تعريف oyunda في التركية التركية القاموس.

Oyun
(Osmanlı Dönemi) DÜABE
Oyun
baziçe
Oyun
(Osmanlı Dönemi) LAG
Oyun
lub
Oyun
(Osmanlı Dönemi) DEYDENUN
Oyun
(Osmanlı Dönemi) ŞEMA'
oyun
Şaşkınlık uyandırıcı hüner
oyun
Teniste taraflardan birinin dört sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç
oyun
Hasmını yenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket
oyun
Kumar
oyun
Taraflardan birinin dört sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç
oyun
Hile, düzen, desise, entrika
oyun
Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi
oyun
Sahne veya mikrofonda oynamak için hazırlanmış eser, temsil, piyes
oyun
Güreşte rakibini yenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket
oyun
Hile, düzen, desise, entrika: "Atatürk hiçbir zaman onların oyununa kanmış değildir."- H. Taner
oyun
Eski Türkler'de şaman, baksı, kam, ozan gibi adlar verilen büyücü-şairler için kullanılan bir başka sözcük
oyun
Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence
oyun
Kumar: "Bazıları oyun başından kalkar kalkmaz her şeyi unuturlar."- P. Safa. Şaşkınlık uyandırıcı hüner
oyun
Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma
oyun
Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü: "Büyük annem yeni dansları eski kabakçı Arapların oyunu kadar bile güzel bulmuyor."- H. E. Adıvar
oyun
Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü
oyun
Oğuz Atay'ın yarattığı, yazınsal karakterlerin genel davranış biçimi
oyunda
المفضلات