oturmuş

listen to the pronunciation of oturmuş
التركية - الإنجليزية
fitted
steady
seated

Please remain seated until the bus comes to a complete stop. - Lütfen otobüs tam bir durağa gelinceye kadar oturmuş olarak kal.

Please remain seated. - Lütfen oturmuş biçimde kalın.

established: oturmuş bir firma an established firm
settled
sedentary
established
sitting on
otur
{f} sitting

Two children are sitting on the fence. - İki çocuk çitin üzerinde oturuyorlar.

He was sitting with his arms folded. - Kolunu katlamış oturuyordu.

otur
have a seat
otur
sit

Where do you want to sit? - Nerede oturmak istiyorsun?

Can I sit beside you? - Senin yanına oturabilir miyim?

otur
{f} sit down

Tom and Mary were about to sit down for dinner when John knocked on the door. - John kapıyı çaldığında Tom ve Mary akşam yemeği için oturmak üzerelerdi.

All you have to do is sit down here and answer the doctor's questions. - Tüm yapmanız gereken, burada oturmak ve doktorun sorularını cevaplamak.

otur
rooms

Tom Skeleton, the ancient stage doorkeeper, sat in his battered armchair, listening as the actors came up the stone stairs from their dressing rooms. - Tarihi sahne kapıcısı, Tom Skeleton, eskimiş koltuğunda oturdu, aktörlerin soyunma odalarından taş merdivenlerden yukarı gelirken dinledi.

otur
dwelt
otur
taken a seat
otur
take a seat
otur
{f} abode
otur
{f} dwelling
otur
took a seat
otur
live in

Those who live in houses made of glass mustn't throw stones at the houses of other people. - Camdan evlerde oturanlar başkalarının evlerine taş atmamalıdır.

I now live in a very small house. - Şu anda çok küçük bir evde oturuyorum.

otur
reside

The village had more than a thousand residents. - Köyün binden daha fazla oturanı vardı.

More than half of the residents are opposed to the plan. - Oturanların yarısından daha fazlası plana karşı çıkıyor.

otur
{f} dwell
otur
be seated

Tom motioned them to be seated. - Tom oturmaları için onlara işaret etti.

Please be seated, ladies and gentlemen. - Lütfen oturun, hanımefendiler ve beyefendiler.

otur
sat

He sat in the front so as to be able to hear. - İşitebilmek için önde oturdu.

The two lovers sat face to face, drinking tea. - İki âşık çay içerek yüz yüze oturdular.

otur
sit-down

bence daha da şey çğrenin ben daha 4. sınfa gidiom ve daha bilgiliyim.

durmuş oturmuş
experienced and settled down
karaya oturmuş
aground
karaya oturmuş
wrecked
karaya oturmuş
aground, stranded
karaya oturmuş
stranded
karaya oturmuş şekilde
aground
otur
abided
rahat bir şekilde oturmuş
ensconced
sımsıkı oturmuş
tight fit
التركية - التركية
Yerleşik, yerleşmiş, güçlenmiş
otur
Artvin yöresinde yetiştirilen bir zeytin cinsi
oturmuş
المفضلات