oturan

listen to the pronunciation of oturan
التركية - الإنجليزية
sitting

The girl sitting at the piano is my daughter. - Piyanoda oturan kız benim kızımdır.

Tom saw a girl sitting all alone, so he went over to talk to her. - Tom yapayalnız oturan bir kız gördü, bu yüzden onunla konuşmaya gitti.

sedentary
inhabitant

How many inhabitants are there? - Kaç tane oturan kişi var?

Inhabitants were not permitted to enter the area. - Oturanların alana girmesine izin verilmedi.

occupant
occupier
inhabitant sakin
resident

The residents were curious about other people's business. - Oturanlar başkalarının işleri hakkında meraklılardı.

The residents made complaints about the noise. - Oturanlar gürültü hakkında şikayette bulundular.

dweller
inmate
sitter
residentiary
oturan kimse
inhabitant
oturan kimse
resident
oturan kimse
sitter
oturan kimse
(ev) inmate
oturan kimse
occupant
oturan kimse
indweller
oturan kimse (bir yerde)
inhabitant
otur
{f} sitting

Two children are sitting on the fence. - İki çocuk çitin üzerinde oturuyorlar.

He was sitting with his arms folded. - Kolunu katlamış oturuyordu.

otur
have a seat
otur
sit

May I sit next to you? - Senin yanına oturabilir miyim?

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

otur
{f} sit down

Tom asked Mary to sit down for a while. - Tom Mary'nin bir süre oturmasını rica etti.

Do you want to sit down? - Oturmak istiyor musunuz?

otur
rooms

Tom Skeleton, the ancient stage doorkeeper, sat in his battered armchair, listening as the actors came up the stone stairs from their dressing rooms. - Tarihi sahne kapıcısı, Tom Skeleton, eskimiş koltuğunda oturdu, aktörlerin soyunma odalarından taş merdivenlerden yukarı gelirken dinledi.

bir yerde oturan
resident
bir yerde oturan kimse
occupant
bir yerde oturan kimse
calm
bir yerde oturan kimse
habitant
üste oturan (giysi)
close-fitting
otur
dwelt
otur
taken a seat
otur
take a seat
otur
{f} abode
otur
{f} dwelling
otur
took a seat
otur
live in

Do you live in this building? - Bu binada mı oturuyorsun?

We live in the vicinity of the school. - Okula yakın oturuyoruz.

otur
reside

Tom currently resides in Boston. - Tom şu anda Boston'da oturuyor.

The village had more than a thousand residents. - Köyün binden daha fazla oturanı vardı.

otur
{f} dwell
otur
be seated

Would you like to be seated? - Oturmak ister misiniz?

Tom motioned them to be seated. - Tom oturmaları için onlara işaret etti.

otur
sat

They sat under a tree. - Bir ağacın altına oturdular.

The two lovers sat face to face, drinking tea. - İki âşık çay içerek yüz yüze oturdular.

birlikte oturan
living together
otur
sit-down

bence daha da şey çğrenin ben daha 4. sınfa gidiom ve daha bilgiliyim.

amerika'nın doğusunda oturan kimse
easterner
banliyöde oturan
suburban
banliyöde oturan kimse
suburban
bataklık arazide oturan kimse
bogtrotter
bayan oturan
inhabitress
başka bir ülkede oturan mal sahibi
absentee
geçici olarak oturan
nonresident
hep evde oturan
sedentary
hindistan'da oturan ıngiliz
Anglo Indian
illegal oturan
(Askeri) illegal resident
içe oturan söz
stinger
kendi evinde oturan kimse
owner occupier
kendinden oturan
self tapping
nehir kenarında oturan kimse
riverain
nehir kıyısında oturan kimse
riparian
ohio'da oturan kimse
buckeye
otur
abided
sayfiye evinde oturan kimse
cottager
sömürgede oturan kimse
colonial
sınırda oturan kimse
borderer
sırça köşkte/evde oturan, komşusuna taş atmamalı
(Atasözü) People who live in glass houses shouldn't throw stones
temple'da oturan avukat
templar (in England)
ucu su dibine oturan misina
ledger line
vücuda oturan
slinky
vücuda oturan
skintight
çalılık arazide oturan kimse
Bushman
ıngiltere'de oturan ıskoç
Anglo Scot
التركية - التركية
kaid
Oturanlar
(Osmanlı Dönemi) MESAKÎN
otur
Artvin yöresinde yetiştirilen bir zeytin cinsi
oturan
المفضلات