olgunlaşmak

listen to the pronunciation of olgunlaşmak
التركية - الإنجليزية
ripen
mature
mellow
to become ripe, ripen; to become mature, mature
to ripen; to mature, to mellow
maturate
head
season
flower
set
sever
blossom
grow up
come to a head
cut one's wisdom tooth
develop
cut one's wisdom teeth
olgun
mature

His niece is attractive and mature for her age. - Onun kız yeğeni çekici ve yaşına göre olgundur.

My niece is attractive and mature for her age. - Kız yeğenim yaşına göre çekici ve olgundur.

olgun
ripe

The apple is not yet ripe. - Elma henüz olgun değil.

He lived to a ripe old age. - Olgun bir yaşa kadar yaşadı.

olgun
perfect
olgun
(Denizbilim) adult

I thought we could discuss this like mature adults. - Bunu olgun yetişkinler gibi tartışabileceğimizi düşündüm.

olgun
dignified
olgun
in season

Strawberries are now in season. - Çilekler şimdi olgundur.

olgun
grown-up

Your brother's awfully grown-up for his age. - Kardeşin yaşına göre çok olgun.

olgun
(Tıp) mahire
olgun
matured

Tom's matured a fair bit in the last few years. - Tom son birkaç yıl içinde biraz olgunlaştı.

Tom has matured a great deal. - Tom bir hayli olgunlaştı.

olgun
experienced
olgunlaşma
(Gıda) aging
olgunlaşma
maturation
olgun
mellow

Most women mellow as they age. - Çoğu kadın, yaşlandıkça olgunlaşır.

Like good wine, women mellow when they age. - İyi şarap gibi, kadınlar yaşlandıklarında olgunlaşırlar.

olgun
fruity
olgunlaşma
efflorescence
olgunlaşma
maturement
daha fazla olgunlaşmak
grow more mellow
gelişip olgunlaşmak
effloresce
olgun
grown

Our children are grown. - Bizim çocuklarımız olgun.

Your brother's awfully grown-up for his age. - Kardeşin yaşına göre çok olgun.

olgun
ripe, mature, mellow; experienced, mellow
olgun
ripe, mature
olgun
(spiritually, mentally, or emotionally) mature (person)
olgun
seasoned
olgunlaşma
effloresce
olgunlaşma
flower
التركية - التركية
Olgun duruma gelmek
Bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmiş olmak
Meyve olgun duruma gelmek. İnsanın bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmiş olmak: "O zamanlar hepsi de daha gençti, bugün yaşlandılar, elbette daha olgunlaştılar."- N. Ataç
evinlenmek
tekamül etmek
özleşmek
yetmek
ermek
olgun
Bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmiş (insan), kâmil: "Benim bütün cefama olgun adam gibi katlanmasını bilmişti."- Y. K. Karaosmanoğlu
olgun
Bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmiş, kâmil
olgun
Yenecek duruma gelmiş (meyve): "Oluğun altına bir sepet iri, olgun, renkli şeftali koymuşlar."- R. H. Karay
olgun
Yenecek duruma gelmiş
olgunlaşma
Olgunlaşmak işi
olgunlaşmak
المفضلات