Bu bayat ekmek bir kaya kadar sert.
- This old bread is as hard as a rock.
Bu ekmek ne kadar bayat?
- How old is this bread?
Futbol eski bir oyundur.
- Football is an old game.
Futbol eski bir oyundur.
- Soccer is an old game.
O büyük, ihtiyar meşe ağacının dibinde çimlere uzanıp, gövdesine adlarımızın baş harflerini kazıyacağım.
- I'm going to lay you down in the green grass underneath that big old oak tree and then carve our initials into its trunk.
İhtiyar adamın öfkesi yatıştı.
- The old man's anger melted.
Yaşlılık günlerim için para tasarruf ediyorum.
- I'm saving money for my old age.
O, geçen yıl yaşlılıktan öldü.
- He died last year of old age.
Eski güzel günler ne kadar harikaydı.
- How wonderful were the good old days.
On yaşındayken, ne zaman on altı yaşımda olacağımı, hayatımın harika olacağını düşünürdüm.
- When I was 10 years old, I thought that when I would be 16, my life would be cool.
Tom oyuncak ayıları, kartpostal ve pulları, eski paraları, taş ve mineralleri, trafik plakaları ve jant kapaklarını yani kısacası hemen hemen her şeyi toplar.
- Tom collects teddy bears, postcards and stamps, old coins, stones and minerals, number plates and hubcaps - in short: almost everything.
Afet bölgesine gönderilmek üzere hazır eski giysiler ile dolu üç yüz karton kutu vardı.
- There were three hundred cardboard boxes filled with old clothes ready to be sent to the disaster area.
a wrinkled old man.