Tom'un sağ gözünün altında belirgin bir yara izi vardı.
- Tom has a distinctive scar under his right eye.
Onlar arasında belirgin bir fark var.
- There's a distinct difference between them.
Onun farklı bir İngilizce aksanı var.
- She has a distinct English accent.
Tom'un farklı bir Fransızca aksanı var.
- Tom has a distinct French accent.
Uzun boy, basketbolda bariz bir avantajdır.
- Height is a distinct advantage in basketball.
Bu ayrı bir olasılık.
- That's a distinct possibility.
O, sınıf ayrımlarının ortadan kaldırılmasını savundu.
- He advocated abolishing class distinctions.