nihayette

listen to the pronunciation of nihayette
التركية - الإنجليزية
ultimate
Being the greatest possible; maximum; most extreme

Hepaticology, outside the temperate parts of the Northern Hemisphere, still lies deep in the shadow cast by that ultimate closet taxonomist, Franz Stephani—a ghost whose shadow falls over us all.

The most basic or fundamental of a set of things
Being the most distant or extreme; farthest
{s} final; extreme; greatest; fundamental; decisive
Farthest; most remote in space or time; extreme; last; final
Last in a train of progression or consequences; tended toward by all that precedes; arrived at, as the last result; final
furthest or highest in degree or order; utmost or extreme; "the ultimate achievement"; "the ultimate question"; "man's ultimate destiny"; "the ultimate insult"; "one's ultimate goal in life
A stage in a digimon's life when it uses the Digivice and the Crest working together
The most powerful spell that a hero can cast, only obtainable at Level 6 Example: "The Priestess of the Moon's Ultimate is Starfall "
Incapable of further analysis; incapable of further division or separation; constituent; elemental; as, an ultimate constituent of matter
You use ultimate to describe the best possible example of a particular thing. Caviar and oysters on ice are generally considered the ultimate luxury foods. = definitive
{i} final result; main principle
To come or bring to an end; to eventuate; to end
The ultimate in something is the best or most advanced example of it. This hotel is the ultimate in luxury. the ultimate in sth the best or most modern example of something
Basic, fundamental, or original; farthest in time or space; last in a progression or series; incapable of further analysis, division or separation; utmost or final
The greatest extremity; the maximum
You use ultimate to describe the final result or aim of a long series of events. He said it is still not possible to predict the ultimate outcome The ultimate aim is to expand the network further. = eventual
Concerning the last or final thing in a series
You use ultimate to describe the most important or powerful thing of a particular kind. the ultimate power of the central government Of course, the ultimate authority remained the presidency
nihayet
finally

These clothes are finally dry. - Bu giysiler nihayet kuru.

After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again. - Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.

nihayet
eventually

After eight months, he eventually started dating girls again. - Sekiz ay sonra, nihayet gene kızlarla çıkmaya başladı.

He eventually married her. - Nihayet evlendi onunla.

nihayet
after all

She is a child after all. - Nihayetinde o bir çocuk.

He finally comes out after all these years. - O bütün bu yıllardan sonra nihayet çıkıp geldi.

nihayet
time

Tom finally got here around lunch time. - Tom nihayet öğle yemeği sırasında buraya geldi.

Finally I have time to reply to the mail I received these three weeks. - Nihayet bu üç hafta içinde aldığım postayı yanıtlamak için zamanım var.

nihayet
in time
nihayet
at most
nihayet
at long last

At long last, the two chiefs of the Indian tribes have decided to bury the hatchet and smoke the peace pipe. - Nihayet, iki Kızılderili kabilenin şefleri savaş baltalarını gömmeye karar verdiler ve barış çubuğu tüttürdüler.

nihayet
close

When Tom finally decided to come out of the closet, everyone already knew that he was gay. - Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.

nihayet
tail
nihayet
at full length
nihayet
at best
nihayet
in the long run
nihayet
in the end
nihayet
at last

At last, Mario managed to win the princess's love. - Nihayet, Mario prensesin sevgisini kazanmayı başardı.

At last, they ceased working. - Nihayet, çalışmayı sona erdirdiler.

nihayet
end; conclusion; finish; termination
nihayet
in the upshot
nihayet
nevertheless, nonetheless, yet
nihayet
lastly
nihayet
at last, finally; in the end
nihayet
outcome, result
nihayet
at the end
nihayet
end " son; finally, at last, at long last, in the end, in the long run, at length" sonunda
nihayet
finis

At last he could finish the work. - Nihayet işi bitirebildi.

I finished the work finally. - Nihayet işi bitirdim.

nihayet
extremity
nihayet
last

At long last, the two chiefs of the Indian tribes have decided to bury the hatchet and smoke the peace pipe. - Nihayet, iki Kızılderili kabilenin şefleri savaş baltalarını gömmeye karar verdiler ve barış çubuğu tüttürdüler.

At last, Mario managed to win the princess's love. - Nihayet, Mario prensesin sevgisini kazanmayı başardı.

nihayet
terminal
nihayet
ending
التركية - التركية

تعريف nihayette في التركية التركية القاموس.

NİHAYET
(Osmanlı Dönemi) Çok
NİHAYET
(Osmanlı Dönemi) Son, uç, son derece
NİHAYET
(Hukuk) Son; bitiş
nihayet
Son

Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu. - Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.

Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı. - Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi.

nihayet
Son: "Ben nihayete doğru yanımdaki çocuğu dürterek kalktım."- Ö. Seyfettin. (ni'ha: yet) Sonunda: "Uzun bir münakaşadan sonra nihayet işi şakaya dökmek zorunda kaldı."- Y. K. Karaosmanoğlu. -den başka bir şey değil: "Ama bu, nihayet bir nüktedir."- Y. Z. Ortaç
nihayet
Sonunda

Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı. - Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi.

Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu. - Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.

nihayette
المفضلات