By the time she gets there, it will be nearly dark.
- O oraya varmadan önce, neredeyse hava kararacak.
She went nearly mad with grief after the child died.
- Çocuğu öldükten sonra, o üzüntüden neredeyse çıldırdı.
She almost passed out.
- O neredeyse ölüyordu.
I was almost crying for Kylie Minogue.
- Kylie Minogue için neredeyse ağlıyordum.
Tom swims practically every day.
- Tom neredeyse her gün yüzer.
Religion is very personal. Practically everyone has really his own religion. Collectivity in religion is an artifice.
- Din çok bireyseldir. Neredeyse herkesin gerçekten kendi dini vardır. Dindeki bütünlük bir kurnazlıktır.
He knows next to nothing about the issue.
- O konuda neredeyse hiçbir şey bilmiyor.
Tom has next to nothing in his wallet.
- Tom'un cüzdanında neredeyse bir şey yok.
The party was all but over when I arrived.
- Ben vardığımda parti neredeyse bitmişti.
Tom has all but given up.
- Tom neredeyse vazgeçti.
Compared to our house, his is virtually a palace.
- Bizim evimizle karşılaştırıldığında, onunki neredeyse bir saray.
The scientific truth of evolution is so overwhelmingly established, that it is virtually impossible to refute.
- Evrimin bilimsel gerçeği o kadar büyük bir çoğunlukla kuruldu ki onu çürütmek neredeyse imkansızdır.
My friends will be here at any moment.
- Arkadaşlarım neredeyse burada olacak.
We're just about finished here.
- Burada işimiz neredeyse bitmek üzere.
Tom can eat just about anything but peanuts.
- Tom fıstığın haricinde neredeyse her şeyi yiyebiliyor.
Almost everybody appreciates good food.
- Neredeyse herkes iyi yemeği takdir ediyor.
It's almost too good to be true.
- Bu neredeyse doğru olamayacak kadar çok iyi
The problem is as good as settled.
- Sorun neredeyse çözüldü.
My work is as good as done.
- İşim neredeyse bitti.
I scarcely believed my eyes.
- Neredeyse gözlerime inanamıyordum.
I can scarcely believe it.
- Ben ona neredeyse hiç inanamıyorum.
I'm just about finished with my homework.
- İşimi neredeyse bitirdim.
This room is just about big enough.
- Bu oda neredeyse yeterince büyük.
Tom has next to nothing in his wallet.
- Tom'un cüzdanında neredeyse bir şey yok.
The twins look so much alike it's next to impossible to distinguish one from the other.
- İkizler o kadar benziyorlar ki birini diğerinden ayırt etmek neredeyse imkansız.
I have been waiting for almost half an hour.
- Neredeyse yarım saattir bekliyorum.
My dog is almost half the size of yours.
- Benim köpeğim neredeyse boyunuzun yarısı kadar.
She ignored him pretty much all day.
- Neredeyse bütün gün onu görmezden geldi.
I pretty much finished reading the novel.
- Romanı okumayı neredeyse bitirdim.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
Mike eats out almost every night.
- Mike neredeyse her gece dışarda yer.
However, his girlfriend is selfish and hardly worries about Brian.
- Ancak, onun kız arkadaşı bencil ve neredeyse Brian hakkında hiç endişelenmez.
Tom almost never complains about anything.
- Tom neredeyse herhangi bir şey hakkında şikâyet etmez.
I hardly even know you.
- Seni neredeyse hiç tanımıyorum.
Even today, his theory remains practically irrefutable.
- Bugün bile onun teorisi neredeyse inkar edilemez olarak kalmaya devam etmektedir.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
I was nearly run over by a car.
- Neredeyse araba beni ezecekti.
Unfortunately I hardly speak any German.
- Ne yazık ki neredeyse hiç Almanca konuşamıyorum.
Tom hardly ever watches TV.
- Tom neredeyse hiç TV izlemez.
I could scarcely breathe.
- Neredeyse hiç nefes alamadım.
They have scarcely gone out since the baby was born.
- Bebek doğduğundan beri neredeyse hiç dışarı çıkmadım.
There's hardly any coffee left in the pot.
- Demlikte neredeyse hiç kahve yok.
I have hardly any money left.
- Neredeyse hiç param kalmadı.