look at

listen to the pronunciation of look at
الإنجليزية - التركية
seyretmek
göz önüne almak
göz atmak

Lütfen ne zaman isterseniz içeri gelip sergimize bir göz atmak için tereddüt etmeyin. - Please do feel free to come in and take a look at our exhibition anytime.

Buna bir göz atmak ister misin? - Would you like to take a look at it?

(Fiili Deyim ) bakmak , incelemek , gözden geçirmek
gözden geçirmek
(Bilgisayar) bakılacaklar
bak

Çocukken çimin üstünde sırtüstü uzanır beyaz bulutlara bakardım. - As a boy, I used to lie on my back on the grass and look at white clouds.

Bu resme her bakışımda, babamı hatırlarım. - Every time I look at this picture, I think of my father.

yargılamak
ele almak
bakmak

Sabah güneşi bakmak için çok parlak. - The morning sun is too bright to look at.

O, postere bakmak için durakladı. - He paused to look at the poster.

eye
{i} göz

O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı. - When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride.

Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı. - This song is so moving that it brings tears to my eyes.

eye
yatak istinadı
look at me
bak bana
eye
iğne deliği
eye
bakış

Onun gözündeki bakışına göre onun şaka yollu konuştuğunu söyleyebilirdim. - By the look in his eye I could tell that he was speaking tongue in cheek.

Baştan çıkarıcı bakışların var. - You have bedroom eyes.

eye
{f} gözle

O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı. - When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride.

Sakin olmak için gözlerimi kapattım. - I closed my eyes to calm down.

eye
delik

Tom'un delikli bir kaşı var. - Tom has a pierced eyebrow.

a look at
bir göz at
eye
çeşm
eye
{i} kanı

Onun gözü şişmişti ve burnu kanıyordu. - His eye was swollen and his nose was bleeding.

eye
{f} dikkatle bakmak
eye
{i} görüş

Benim kötü görüşüm var. - I have poor eyesight.

Benim görüşüm kötüleşiyor. - My eyesight is getting worse.

eye
toplanma noktası
eye
göze benzer herhangi bir şey
eye
dişi kopça
eye
(isim) göz, bakış, nazar, görüş, bakış açısı, kanı, ilmik, ilik, tomurcuk
eye
{f} gözetlemek
eye
{i} tomurcuk
eye
{f} süzmek
eye
gözünü dikip bakmak
الإنجليزية - الإنجليزية
to study (something) visually
to observe or watch (something)
take into consideration for exemplifying purposes; "Take the case of China"; "Consider the following case"
{f} consider, think about carefully; take into consideration; observe something; study mentally and visually
look at carefully; study mentally; "view a problem"
eye
lay eyes on
eyeball
view

Try to look at it from Tom's point of view. - Try to look at it from Tom's point of view.

look at

    التركية النطق

    lûk ät

    النطق

    /ˈlo͝ok ˈat/ /ˈlʊk ˈæt/

    علم أصول الكلمات

    [ 'luk ] (verb.) before 12th century. Middle English, from Old English lOcian; akin to Old Saxon lOcOn to look.

    رصف المشتركة

    look at me

    فيديوهات

    ... So if you look at the age groups 19 to 30 or 15 to 30, whatever the legal ages or illegal ...
    ... Look at her little collage. ...
المفضلات