تعريف limiting في الإنجليزية التركية القاموس.
- sınırlama
Yenilenebilir enerji, küresel sıcaklık artışını sınırlamak için gereklidir.
- Renewable energy is essential for limiting the increase of the global temperature.
- sınırlayan
- kısıtlayıcı
- gelişmeyi engelleyici
- sınırlayıcı
- {i} sınırlandırma
- {f} sınırlandır
- sınırlandırarak
- sınırla
Yenilenebilir enerji, küresel sıcaklık artışını sınırlamak için gereklidir.
- Renewable energy is essential for limiting the increase of the global temperature.
- limit
- {f} kısıtlamak
- limit
- limit
- limit
- {f} sınırlamak
Nefret söylemi olarak etiketleme konuşma sosyal baskı vasıtasıyla ifade özgürlüğünü sınırlamak için bir yoldur.
- Labelling speech as hate speech is a way to limit free speech by means of social pressure.
Brian kullandığı parayı kesinlikle sınırlamak niyetinde.
- Brian intends to strictly limit the money he uses.
- limit
- {f} sınırlandırmak
- limit
- sınır
Şehirlerde, hız saatte 50 km ile sınırlıdır.
- In towns, speed is limited to 50 km/h.
Sınırlı kaynaklarımız var.
- We have limited resources.
- limiting case
- (Bilgisayar,Teknik) sınır durumu
- limiting conditions
- (Bilgisayar,Teknik) sınır koşulları
- limiting points
- (Askeri) buluşma noktaları
- limiting reactant
- (Gıda) sınırlayıcı tepken
- limiting value
- (Bilgisayar,Teknik) sınır değer
- limiting value
- (Bilgisayar,Teknik) limitteki değer
- limiting amplifier
- sınırlayıcı amplifikatör
- limiting current
- sınırlayıcı akım
- limiting current density
- sınır akımı yoğunluğu
- limiting density
- sınırlama yoğunluğu
- limiting frequency
- sınırlayıcı frekans
- limiting friction
- limit sürtünme
- limiting plate
- sınırlama tabakası
- limiting amplifier
- (Elektrik, Elektronik,Teknik) sınırlayıcı yükselteç
- limiting angle
- (Fotoğrafçılık,Kimya) sınır açısı
- limiting case
- sinir durumu, limit durumu
- limiting conditions
- sinir kosullari
- limiting conditions of operations
- (Nükleer Bilimler) işletmeyi sınırlayıcı şartlar
- limiting conductivity
- (Kimya) sınır iletkenlik
- limiting curve
- (Kimya) sınırlayıcı eğri
- limiting date
- (Askeri) BULUŞMA TARİHİ
- limiting density
- sınırlı yoğunluk
- limiting device
- limitleme mekanizması
- limiting dose uniformity ratio
- (Nükleer Bilimler) see uniformity ratio
- limiting factor
- (Askeri) sınırlayıcı faktör
- limiting faults
- (Nükleer Bilimler) sınırlayıcı hatalar
- limiting liability
- (Kanun) sorumluluk sınırlandırma
- limiting liability
- (Kanun) sorumluluğu sınırlandırma
- limiting nutrient
- (Denizbilim) sınırlayıcı besin tuzu
- limiting nutrient
- (Askeri) sınırlı besleyici
- limiting nutrition
- (Askeri) sınırlı besin
- limiting plate
- sınırlama plakası
- limiting points
- (Askeri) BULUŞMA NOKTALARI: Bak. "coordinating points"
- limiting quality
- (Nükleer Bilimler) kalite sınırlama
- limiting resistance
- sınır mukavemeti
- limiting state
- limit hal
- limiting state
- sınır hal
- limiting state
- sınır durum
- limiting state of stress
- limit gerilme hali
- limiting state of stress
- sınır gerilme hali
- limiting stress
- sınır gerilme sonlam gerilme
- limiting values
- sınır ölçüleri
- limiting wave
- (Askeri) sınırdaki dalga
- limit
- hat
Tom'un İngilizcesi zaman zaman oldukça iyi görünsede, o sınırlarını biliyor gibi görünmüyor ve o bir hata yaptığında onu hatalı olduğuna ikna etmek imkansızdır.
- Though Tom's English seems quite good at times, he doesn't seem to know his limitations and it's impossible to convince him that he's wrong when he makes a mistake.
- limit
- (Kanun) tahdit
- limit
- (Biyokimya) kısıtlama
Bazı kısıtlamalar var.
- There are some limitations.
- limit
- (Ticaret) azami fiyat
- limit
- limitlemek
- limit
- plen
- limit
- daraltmak
- limit
- erey
- limit
- kenar
Hız limitinin otuz kilometre üzerinde gittiğim için bir polis tarafındn kenara çekildim.
- I was pulled over by a policeman for going thirty kilometers over the speed limit.
Polis onu yolun kenarına çektiği zaman hız limitinin üzerinde 50 ile gidiyordu.
- Tom was going 50 over the speed limit when the police pulled him over.
- limit
- düz
- limit
- (Ticaret) tavan
- current limiting
- akım sınırlama
- current limiting fuse
- akım sınırlama sigortası
- current limiting resistor
- akım sınırlama direnci
- double limiting
- çift sınırlama
- limit
- had
- limit
- (to ile) kısıtlamak
- limit
- {f} sınırlandır
Yaşın neden seni sınırlandırması gerektiğini anlamıyorum.
- I don't see why age should limit you.
Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
- Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- limit
- uç
- Limit
- hadd
- limit
- {f} sınırla
Tom sınırları zorlamayı sever.
- Tom likes to push the limits.
Benim dil sınırlarım benim dünyamın sınırları anlamına gelir.
- The limits of my language mean the limits of my world.
- rate-limiting
- hız sınırlayıcı
- self-limiting
- kendi kendini sınırlayan
Exposure to freshly formed zinc oxide fume may produce a brief acute self- limiting illness known as metal fume fever, zinc chills or brass founders' ague.
- amplitude limiting device
- genlik sınırlayıcısı
- draught limiting device
- çekş sınırlama cihazı
- draught limiting device
- çekiş sınırlama cihazı
- limit
- hudut tayin etmek
- limit
- hasretmek
- limit
- {f} belirlemek
- limit
- {f} limit koymak
- limit
- limitablesınırlanabilir
- limit
- tahdit etmek
- limit
- {f} limitlerini belirlemek
- limit
- munhasır kılmak
- limit
- {f} sınırlama getirmek
- limit
- {f} sınır koymak
- limit
- kuşatmak
- limit
- kısıtlanmak