Fred Jane'den hoşlanmaya başladı ve onlar birbiriyle görüşmeye başladı.
- Fred took a liking to Jane and they started seeing each other.
Çok sayıda hatasına rağmen ondan hoşlanmamak elimde değil.
- I cannot help liking him in spite of his many faults.
Onun zengin gıdalar için büyük bir beğenisi vardır.
- She has a great liking for rich foods.
Fred Jane'den hoşlanmaya başladı ve onunla çıkmaya başladı.
- Fred took a liking to Jane and started dating her.
Birinden hoşlanmak ve birini sevmek arasındaki fark nedir?
- What's the difference between liking and loving someone?
O bana tamamen zevkime uygun bir kravat verdi.
- She gave me a necktie which was completely to my liking.
Onunla karşılaşır karşılaşmaz, onu sevmeye başladım.
- I started liking Mary as soon as I met her.
Birçok hatalarına rağmen onu sevmekten kendimi alamıyorum.
- I cannot help liking him in spite of his many faults.
Onu yapmak için öğretmenliği sevmek zorundasın.
- You have to like teaching in order to do it.
Tom Mary'yi sevmekten kendini alamadı.
- Tom couldn't help but like Mary.
Tom'u beğenmek zorundasın.
- You've got to like Tom.
İnsanlar onun tablolarını beğenmek için geldiler.
- People came to like her paintings.
Ayrılmayacaklar gibi görünüyor.
- It sounds like they're not going to leave.
Bu, peynir gibi kokuyor.
- This smells like cheese.
Ermiş falan değil o. Öyleymiş gibi duruyor sadece.
- He's not a saint. He just looks like one.
İkiz erkek kardeşler iki bezelye kadar benzer.
- The twin brothers are as like as two peas.
O, biraz babasına benzer.
- He is a bit like his father.
Özür dilemek istiyorum.
- I'd like to apologize.
Anneme mutlu yıllar dilemek istiyorum.
- I'd like to wish my mom a happy birthday.
Senin renk zevkinden hoşlanmıyorum.
- I don't like your taste in color.
Sporu rekabet için değil zevk için yapıyorum.
- I like to play sport for fun not for competition.
Çay veya kahve ister misin?
- Would you like coffee or tea?
Biraz kahve ister misin?
- Would you like some coffee?
Televizyonda gösterilen şey, sanki, toplumun neye benzediğinin bir yansımasıdır.
- What is shown on television is, as it were, a reflection of what society is like.
Sanki o seni başka bir dünyaya çekecek.
- It feels like it's going to absorb you into another world.
Ben elma ve muz ve benzeri farklı meyveler yedim. Ayrıca iki patates yedim.
- I ate different fruits like apples and bananas and such. I also ate two potatoes.
Ben erkek kardeşime benzerim.
- I am like my brother.
Bunu o şekilde tutmak istiyorum.
- I'd like to keep it that way.
Güzel bir gün ve canım balık tutmak istiyor.
- It is a fine day and I feel like going fishing.
Gerçek aşk ebedidir, sonsuzdur ve hep kendi gibidir. Eşit ve saf, abartılı sergilemeler olmadan: özünde hep gençtir ve beyaz saçlarla görünür.
- True love is eternal, infinite, and always like itself. It is equal and pure, without violent demonstrations: it is seen with white hairs and is always young in the heart.
Bütün renkleri eşit derecede severim.
- I like all the colors equally.
Tom Chris'e onun eşarbını sevmediğini söylediğinde, o ondan kurtuldu.
- When Tom told Chris he didn't like her scarf, she got rid of it.
Eşi, bir baca gibi sigara içiyor.
- Her husband smokes like a chimney.
Sen ona bağırıyordun ve ben bundan hoşlanmıyorum.
- You were shouting at her and I don't like that.
Bağlantıları değiştirmek ister misin?
- Would you like to exchange links?
Görünüşe göre Google o özelliği artık kullanmıyor.
- It looks like Google deprecated that functionality.
O çok kötü bir filmdi, değil mi? Evet. İçimden paramı geri istemek geliyor!
- That was such a bad movie, right? Yeah. I feel like asking for my money back!
Tom, Mary'nin kullandığı aynı parfümü kullanıyor gibi kokuyor.
- It smells like Tom is wearing the same perfume that Mary is.
Ancak Japonya hâlâ diğer ülkeler tarafından yeterince anlaşılamamıştır, ve Japonlar, aynı şekilde, yabancıları anlamayı zor bulmuştur.
- Yet Japan is still not sufficiently understood by other countries, and the Japanese, likewise, find foreigners difficult to understand.
Tom Mary'ye büyük olasılıkla yarışı kimin kazanacağını düşündüğünü sordu.
- Tom asked Mary who she thought would be the most likely to win the race.
Trafik kazalarının yağışlı günlerde meydana gelmesi olasıdır.
- Traffic accidents are likely to occur on rainy days.
Oda farklı görünüyor, şimdi daha çok beğeniyorum.
- The room looks different, now I like it more.
Bu ceketi beğeniyorum. Onu deneyebilir miyim?
- I like this coat. May I try it on?
divint ye knaa, like?.
She was, like, sooooo happy.
These hamburgers taste like leather.
Tell me your likes and dislikes.
It seemed like you didn't care.
And you're like, no not in a million years, you're nasty please leave me alone..
His countenance likes me not.
We like to keep one around the office just in case.
And then he, like, got all angry and left the room.
And therefore it is the best way, if you like of it, to examine these taken from experiments touching the Earth, and then proceed to those of the other kind.
There are lots of birds like ducks and gulls in this park.
I really like Sandra but don't know how to tell her.
It was something the likes of which I had never seen before.
I like the Seattle Mariners this season.
He was so angry, like.
and this is not a sky, it is a Soul and living Face! Nothing liker the Temple of the Highest, bright with some real effulgence of the Highest, is seen in this world.
Tom isn't likely to want to do that.
- Tom isn't likely to want to do that.
Tom isn't very likely to want to do that.
- Tom is not very likely to want to do that.