تعريف leveling في الإنجليزية التركية القاموس.
- düzgünleştirme
- düzeyleme
- düzleştirerek
- egalizasyon
- seviyelendirme
- düzleştirme
- {f} düzleştir
- düzlestirerek
- (Mühendislik) Nivelman
- (Askeri) TESVİYE: Bütün yatay ve düşey açıların hakiki yatay ve düşey yüzeyler içinde ölçülebilmesi için, herhangi bir aleti, özellikle bir silahı, kundak üstü ve kundak dışı atış ve nişan kontrol malzemesini tesviye, ayarlama
- düzeçleme
- level
- düzey
İngilizce düzeyimi yükselteceğim.
- I'm going to raise my English level.
Onun oyunculuğu profesyonel düzeydedir.
- Her acting is on the level of a professional.
- level
- kademe
- level
- seviye
Çok fazla balık avı dolayısıyla, bazı balık stokları şimdi tehlikeli derecede düşük seviyelerde.
- Due to overfishing, some fish stocks are now at perilously low levels.
Bu yıl işsizlik rekor seviyelere ulaşacak.
- This year unemployment will reach record levels.
- levelling
- tesviye
- leveling staff
- (İnşaat) mira
- leveling agent
- düzgün boyama maddesi
- leveling blade
- tesfiye bıçağı
- leveling bottle
- seviye şişesi
- leveling dye
- muntazam boyayan boya
- leveling dye
- düzgün boyayan boya
- leveling effect
- (Kimya) düzeyleme etkisi
- leveling kit
- düzleme kiti
- leveling mechanism
- (Askeri) TESVİYE TERTİBATI: Bir topun döşemesini veya bir aleti, yatay vaziyette duracak şekilde ayarlamaya yarayan tertibat
- leveling network
- (Coğrafya) nivelman ağı
- leveling of a rubble bed
- (Askeri) taşlık zemin tesviyesi
- leveling power
- muntazam boyama gücü
- leveling power
- düzgün boyama gücü
- leveling route
- (Çevre) seviye dengeleme güzergahı
- leveling stenter
- düzgünleştirme gergefi
- leveling system
- (Otomotiv) seviyeleme sistemi
- leveling valve
- (İnşaat) seviyeleme valfi
- leveling vessel
- (Askeri) denizaltı tesviye aracı
- level
- {f} yıkmak
- levelling
- (Havacılık) dengeleme
- level
- aynı seviyeye getir
- level
- aynı düzeyde
- level
- aynı düzlemde olma
- level
- muntazam
- level
- bir seviyede olan
- level
- kot
- level
- altitüt
- level
- mükemmel bir şekilde yatay
- level
- iyi dengelenmiş
- level
- düzeçlemek
- level
- duvarcı terazisi
- level
- eşit düzeye getirmek
- level
- miktar
- level
- düzeylendirmek
- level
- yükseklik
Bu ağacın tepesi çitle aynı yükseklikte.
- The top of this tree is level with the fence.
Dağ, deniz seviyesinden 2000 metre yüksekliktedir.
- The mountain is 2000 meters above sea level.
- level
- rakım
- level
- ufki bir yüzey sağlamak
- level
- egalize etmek
- level
- düzgünleştirmek
- level
- hedef olarak seçmek
- level
- beraber
- level
- arızasız
- level
- amaç olarak seçmek
- level
- yükselti
- level
- düzlük yer
- level
- muvazeneli
- level
- aynılık
- level
- hizaya getirmek
- level
- kabarcıklı düzeç
- level
- egal
- level
- aynı yükseklikte olma
- level
- hedefe doğru yöneltmek
- level
- alkol seviyesi
- level
- yatay yüzey
- level
- yatay düzlem
- level
- ölçü
Çoğumuz ebeveynlerimiz ve büyük ebeveynlerimizden önemli ölçüde daha varlıklı olmamıza karşın, onu yansıtan mutluluk seviyeleri değişmemiştir.
- While most of us are significantly better off financially than our parents and grandparents, happiness levels haven't changed to reflect that.
Tom bir kahkaha kulübüne katıldı ve onun stres seviyeleri önemli ölçüde düştü.
- Tom has joined a laughter club and his stress levels have decreased significantly.
- levelling
- ayarlama
- levelling
- nivelman
- levelling
- (İnşaat) yükseltiölçüm
- levelling
- (Dilbilim) düzeylenme
- levelling
- (Tekstil) regüle
- levelling
- (Tekstil) regülasyon
- levelling
- (Tekstil) düzgünleştirme
- levelling
- (Dilbilim) kurallaşma
- resource leveling
- (İnşaat) kaynak seviyelendirme
- level
- {i} düzeç
- asphalt leveling course
- asfalt düzeltme tabakası
- barometric leveling
- barometrik nivelman
- land leveling
- arazi düzlemesi
- level
- düzlemek
- level
- dengeli
- level
- derece
Çok fazla balık avı dolayısıyla, bazı balık stokları şimdi tehlikeli derecede düşük seviyelerde.
- Due to overfishing, some fish stocks are now at perilously low levels.
Su, deniz seviyesinde 100 santigrat derecede kaynar.
- Water boils at 100 degrees Celsius at sea level.
- level
- düz yer
- level
- bir seviyede
İyi bir seviyede olmadığımın farkındayım; bu yüzden, daha fazla pratik yapmam gerekiyor.
- I'm aware I'm not at a good level; therefore, I need to practice more.
- level
- (of ile) miktar
- level
- düzeltmek
- level
- yüzey
- level
- düz
Onun oyunculuğu profesyonel düzeydedir.
- Her acting is on the level of a professional.
İngilizce düzeyimi yükselteceğim.
- I'm going to raise my English level.
- level
- düzleştirmek
- level
- düzgün
- level
- düzgün bir biçimde
- level
- be.düz olarak
- level
- aynı hizada
- levelling
- düzleştirme
- level
- düzeyli
- level
- seviyede
- levelling
- Tesfiye
- self-leveling shock absorber
- self-levelling amortisör
- automatic leveling
- (Askeri) OTOMATİK DÜZELTME: Uçağı yön ve yükseklik olarak istenen uçuş durumuna getiren uçuş kontrol sistemi özelliği
- barometric leveling
- (Askeri) BAROMETRİK NİVELMAN, BAROMETRİK DÜZLEME: Çeşitli yüksekliklerdeki hava basıncının sebep olduğu barometre derecelerindeki farklardan muhtelif noktaların yüksekliklerini hesaplama usulü
- differential leveling
- (Askeri) GEOMETRİK NİVELMAN: Tesviyesi yapılmış bir ölçme aletinden taksimatlı miralara bakmak suretiyle, mesafeyi dikkate almaksızın, iki nokta arasındaki irtifa farkını tayin etme usulü
- level
- düzey,v.aynı seviyeye getir: n.düzey
- level
- {s} seviyeli
Tom geçen yılın ders planlarını benimsedi böylece onları bu yılın daha düşük seviyeli öğrencileri için kullanabildi.
- Tom adapted last year's lesson plans so he could use them with this year's lower level students.
- level
- {i} zemin
- level
- {s} akılcı
- level
- {i} düzlük
- level
- {f} nişan almak
- level
- (Askeri) RUHLU DÜZEÇ: Bir hat veya yüzeyin yataylığını tayine yarayan herhangi bir cihaz. Gerekli ayarlamanın yapılması halinde, bir düzeç, dikey bir hat veya yüzeyi tayinde kullanılabilir. Düzeç, nişan veya ateş idare cihazlarının belli başlı bir parçasıdır
- level
- {f} dengelemek
- level
- {f} eşitlemek
- level
- müsavi
- level
- {s} makul
- level
- mim
- level
- {s} mantıklı
- level
- irtifa sathı
- level
- ufki
- level
- {s} yatay
- level
- düzlem
- level
- {f} yerle bir etmek
- level
- bir hizada
- level
- {f} hedef almak
- level
- {s} ölçülü
- level
- {i} hiza
- level
- dili ölçülü
- level
- {i} su terazisi
- level
- {s} aynı seviyede
Biz aynı seviyedeyiz.
- We are on the same level.
- level
- aynı irtifada
- level
- muv
- level
- {s} dürüst
- level
- (jeodezide) düzeç
- level
- {s} namuslu
- level
- {s} hemzemin, bir seviyede olan. 3
- level
- {f} yöneltmek
- levelling
- düzeçleme
- levelling
- düzleme
- levelling
- düzeltme
- spirit leveling
- (Askeri) RUHLU İLE NİVELMAN: Bak. "leveling"
- trigonometric leveling
- (Askeri) TRIGONOMETRİK NİVELMAN: Üçgenlerle kestirme kurallarını uygulayarak, trigonometrik hesaplar vasıtasıyla iki nokta arasındaki yükseklik farkını bulma usulü