Avukatlar ve oto tamircileri en az güvendiğim insanlardır.
- Lawyers and auto mechanics are the people I trust the least.
Dişlerini günde en az iki kez fırçala.
- Brush your teeth twice a day at least.
En ufak mutluluk bile bana çok görülüyor.
- I am grudged even the least bit of happiness.
O en küçük ortak paydaya itiraz etmeye çalışıyor.
- He's trying to appeal to the least common denominator.
Onun kitapla ilgili en küçük bir fikri yoktu.
- He didn't have the least idea of the book.
Diğer alternatiflerin ihtimalini düşünmek için zerre kadar istekli olmadığına inanamıyorum.
- I can't believe that you aren't at least willing to consider the possibility of other alternatives.
Asker zerre kadar ölmekten korkmuyordu.
- The soldier was not in the least afraid to die.
Dişlerini günde en az iki kez fırçala.
- Brush your teeth twice a day at least.
Bu kalem bana en az yüz dolara mâl oldu.
- This pencil cost me at least a hundred bucks.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
- My little brother is watching television.
Sana ufak bir hediyem var.
- I have a little present for you.
Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
- There is little hope that he will succeed.
Tom en azından haftada bir kez çamaşırları yıkar.
- Tom washes clothes at least once a week.
Tom, en azından düzinelerce Mary ile birlikte bu parkta bulundu.
- Tom has been to this park with Mary at least a dozen times.
Matematiği zerre kadar seviyorum.
- I like math least of all.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona ödünç verdim.
- I lent him what little money I had.
O, fakir olmasına rağmen, sahip olduğu az miktarda parayı ona verdi.
- Poor as she was, she gave him what little money she had.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the couch.
Sahip olduğum azıcık bilgiyi ona verdim.
- I gave her what little information I had.
Birazcık heyecan istemez misin?
- Don't you want a little excitement?
Tom birazcık gergin görünüyor.
- Tom looks a little nervous.
Tom Mary'den muhtemelen sadece biraz daha genç.
- Tom is probably just a little younger than Mary.
Tom senin kızından biraz daha genç.
- Tom is a little younger than your daughter.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You could at least say thank you.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You might at least say thank you.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Sesi biraz kısar mısın?
- Could you lower the volume a little?
Lütfen TV'yi biraz kısar mısın?
- Would you please turn down the TV a little?
O, hediyemden hiç memnun olmadı.
- She was not in the least pleased with my present.
Sen hiç mutlu değilsin.
- You are not in the least happy.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Tom'un çocuklarına bu kadar az zaman harcaması şaşırtıcı.
- It's amazing how little time Tom spends with his children.
O kadar az zamanım vardı ki öğle yemeğini aceleyle yemek zorunda kaldım.
- I had so little time that I had to eat lunch in a hurry.
Onun az miktarda kazanma şansı vardır.
- There is little chance of his winning.
Üzerimdeki az miktarda parayı ona verdim.
- I gave her what little money I had with me.
Avustralya dünyadaki en küçük kıtadır.
- The smallest continent is Australia.
Vatikan dünyanın en küçük ülkesidir.
- The Vatican is the smallest country in the world.
Light does not need to know in advance which is the path of least time because it takes all paths from its source to its destination.
It was the least surprising thing.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
We had very little to do.
She spoke little and listened less.
It's of little importance.
This is a little table.
In the forties, hurdy-gurdy men could still be heard in all those East Coast cities with strong Italian neighbourhoods: New York, Baltimore, Philadelphia and Boston. A visit to Baltimore's Little Italy at that time was like a trip to Italy itself.
That's the biggest little kid I've ever seen.
Girl: To say the least!.
Dead flies cause the ointment of the apothecary to send forth a stinking savour: likewise a small act of folly unto him that is esteemed for wisdom and honour.
- As dead flies give perfume a bad smell, so a little folly outweighs wisdom and honor.
I have small change with me.
- I have a little money with me.
... have at least two plans that will be entirely at no cost to them. So they don't have to ...
... But at least you've raised your chances ...