تعريف laying في الإنجليزية التركية القاموس.
- yerleştirme
- (İnşaat) kaba sıva
- yatırarak
- (İnşaat) çarpma sıva
- yatırma
- {f} yatır
- {i} yatıştırma
- {i} serme
- {i} yayma
- {i} yumurtlama
- {i} döşeme
- {i} sıva
- yerine koyma
- serimi
- lay
- sermek
- laying off
- durdurma
- laying off
- duraklama
- laying off
- işten çıkarma
- laying out
- işaretleme
- laying mash
- yumurta yemi
- laying nest
- folluk
- laying waste
- tahrip etme
- laying bare
- çıplak döşeme
- laying low
- Düşük döşeme
- laying up
- (Mühendislik) İzole büküm
- laying barge
- (Askeri) döşeme mavnası
- laying cable
- kablo döşeme
- laying days
- (Askeri) starya
- laying stone
- taşların döşenmesi
- laying trowel
- (İnşaat) harç serme malası
- laying trowel
- (İnşaat) duvarcı malası
- laying underground
- toprak altına yerleştirme
- laying up
- (Askeri) kalıp sökme
- laying up
- (Sigorta) limanda yatma
- laying up position
- (Askeri) çıkarma hazırlık mevzii
- laying worker
- (Arılık) yumurtlayan işçi arı
- laying worker
- (Arılık) yalancı ana
- lay
- {f} (dikkatle) koymak
- lay
- {f} yere koymak ve kullanım için hazır pozisyona getirmek
- lay
- (Askeri) gitmek
- lay
- {i} yumurtlamak
- lay
- yatırmak
- lay
- koymak
Şüpheli tüm eşyalarını masaya koymak zorunda kaldı.
- The suspect had to lay all his things on the table.
Şüpheli tüm kişisel eşyalarını masaya koymak zorunda kaldı.
- The suspect had to lay all his personal effects on the table.
- lay
- yatmak
- lay
- {i} (yumurta) yumurtlamak
- lay
- {i} hal
Okyanusun derin katmanları hâlâ neredeyse keşfedilmemiş.
- The deep layers of the ocean is still almost unexplored.
Leyla'nın Fadıl'a olan sevgisi bir takıntı haline gelmeye başlıyordu.
- Layla's love for Fadil was starting to become an obsession.
- lay
- {f} (halı) döşemek
- lay
- bir halatın bükümü veya büküm tarzı
- lay
- yatma
Sırtüstü yatmanı ve dinlenmeni istiyorum.
- I want you to lay back and relax.
- lay
- bahse girmek
- lay
- {f} yerleştirmek
- edge laying
- (Tekstil) kenar düzenleme
- lay
- {f} sevişmek
- lay
- harcamak
- lay
- yüklemek (suç)
- lay
- devirmek
- lay
- ayırmak
Sami, Leyla'yı ailesinden ayırmak istedi.
- Sami wanted to separate Layla from her family.
- lay
- toplamak
- lay
- becermek
- lay
- tasarlamak
- lay
- sunmak (teklif)
- lay
- ezgi
- lay
- dizmek
- lay
- yumurtlamak (yumurta)
- lay
- yaymak
- lay
- kaymak
- lay
- yakalamak
İnsan, üretmeden tüketen tek yaratıktır. Süt vermez, yumurtlamaz, pulluğu çekmek için çok zayıf, tavşanları yakalamak için yeterince hızlı koşamaz.
- Man is the only creature that consumes without producing. He does not give milk, he does not lay eggs, he is too weak to pull the plough, he cannot run fast enough to catch rabbits.
- lay
- sergilemek
- lay
- arazi yapısı
- lay
- emretmek
- mine laying
- (Askeri) mayın dökme
- mine laying
- (Askeri) mayın döşeme
- lay
- {f} kurmak
Layla banka soygunu için komplo kurmakla görevlendirildi.
- Layla was charged with conspiracy for bank robbery.
Leyla cinayet işlemek için komplo kurmakla suçlanıyordu.
- Layla was charged with conspiracy to commit murder.
- egg laying mammals
- yumurtlayan memeliler
- lay
- döşemek
- lay
- arg.düzmek
- lay
- sürmek
Leyla iyi bir yaşam sürmek istiyordu.
- Layla wanted to live a good life.
- lay
- (hukuk/tıp/vb.belli bir öğrenim dalında) profesyonel olmayan
- lay
- değdirmek
- lay
- sikmek
- lay
- üstüne oynamak
- lay
- hazırlamak
- lay
- yatıştırmak
- lay
- {f} yatır
Kartlarınızı masaya yatırın ve bana düz bir cevap verin!
- Lay your cards on the table and give me a straight answer!
Onu buraya getirin ve divana yatırın.
- Bring her in here and lay her on the sofa.
- lay
- yüklemek
- lay
- isnat etmek
- lay
- kab
Fadıl kabloyu Leyla'nın ellerine bağladı.
- Fadil tied the cable to Layla's hands.
Leyla'nın kabusu daha yeni başlıyordu.
- Layla's nightmare was only beginning.
- lay
- eğitim görmemiş
- track laying
- ray döşeme
- track laying
- hat döşeme
- lay
- yatış
Sami ve Leyla arasındaki gerginlik yatışmaya başlıyor.
- Tensions are starting to simmer between Sami and Layla.
- egg laying
- yumurtlama
- keel laying
- (Denizcilik) Gemi inşaa sektöründe, geminin ilk bloğunun kızak üzerine yerleştirilmesi
- lay
- {i} durum
Leyla, Fadıl'ın sadakatsizliğinden bıkmış durumda.
- Layla is tired of Fadil's infidelity.
Leyla tehlikeli bir durumdaydı.
- Layla was in a dangerous situation.
- lay
- Meslekten olmayan
- lay
- yatır(mak)
- lay
- yattı
- lay
- uzanıyorum
- lay
- döşeyen
- pipe laying
- Ferşiyat
Cranes with side-boom are used for pipe laying.
- track laying
- hat döşeme, ray döşeme
- brick laying
- (İnşaat) tuğla örülmesi
- brood of laying worker
- (Arılık) yalancı ana kuluçkası
- direct laying
- (Askeri) nişangah tevcihi
- direct laying
- (Askeri) NİŞANGAH TEVCİHİ: Silahların nişangahlarının hedef üzerine doğrudan ayarlandığı bir tevcih sistemi. Buna "direct pointing" de denir. Bknz. "indirect laying"
- direct laying position
- (Askeri) AÇIK MEVZİİ: Bu şekilde atış yapan top mevzii
- fire by direct laying
- (Askeri) GÖREREK ATIŞ: Bak. "direct fire"
- full track laying vehicle
- (Askeri) TAM TIRTILLI ARAÇ: Bak. "full track vehicle"
- indirect laying
- (Askeri) görmeyerek nişan
- indirect laying
- (Askeri) GÖRMEYEREK NİŞAN: Hedef top mevziinden görünmediği zaman top ile hedef yerine nişan noktası (aiming point) denilen sabit bir cisme nişan alarak veya bir top komuta aleti gibi nişangahtan ayrı bir tevcih vasıtasından faydalanarak nişan alma. Buna (indirect pointing) de denir
- indirect laying position
- (Askeri) KAPALI MEVZİ: Böyle bir mevzi
- lay
- {i} konum
- lay
- {i} türkü
- lay
- {f} dinmek
- lay
- {f} sunmak
Sami, Leyla'ya kalacak bir yer sunmak istedi.
- Sami wanted to offer Layla a place to stay.
- lay
- lay days yükleme ve boşaltma süresi
- lay
- {i} sevişme
- lay
- şiir/yatış
- lay
- uzman olmayan/halka ait
- lay
- {i} mevki
- lay
- (Askeri) ROTA VERMEK, ROTA ÇİZMEK: Bir rota hesaplama veya tasarlamak
- lay
- {i} şarkı sözü
- lay
- {f} (laid)
- lay
- {f} (tuğla) örmek
- lay
- {f} ileri sürmek
- lay
- duruş
Leyla duruşmayı bekliyordu.
- Layla was waiting for trial.
Sami, Leyla'nın duruşmasına kadar bir daha görünmedi.
- Sami wasn't seen again until Layla's trial.
- lay
- meslek
- lay
- {s} rahip olmayan
- lay
- kazanç üstünden hisse
- lay
- rahip sınıf
- lay
- {s} laik
- lay
- {i} şarkı
- lay
- {s} belirli meslekten olmayan; alaylı
- lay
- vaziyet
- lay
- argo yol
- lay
- lay of the land etrafın hal ve şekli
- pattern laying
- (Askeri) BELİRLİ BİR İLİŞKİYLE MAYIN DÖŞEME, ANAHTARLA DÖŞEME: Mayınların bir diğeriyle sabit ilişkide bulunacak şekilde döşenmesi
- pattern laying
- (Askeri) anahtara göre mayın döşeme
- random mine laying
- (Askeri) GELİŞİGÜZEL MAYINLAMA: Kara mayın harbinde mayınların bir şekle bağlı kalınmaksızın dökülmesi
- random mine laying
- (Askeri) gelişigüzel mayınlama
- reciprocal laying
- (Askeri) PARALEL KILMA: İki topu paralel istikamete tevcih suretiyle bu toplara ait atış düzlemlerini paralel kılma usulü. Bu usulde; toplar birbirlerine nişan alır; sonra iki topu birleştiren esas hattan eşit açılarda yana tevcih için tamamlayıcı açılar kadar sağa ve sola çevrilirler
- reciprocal laying
- (Askeri) paralel kılma
- scattered laying
- (Askeri) dağınık döşeme
- scattered laying
- (Askeri) (LAND MINE WARFARE) DAĞINIK DÖŞEME (KARA MAYIN HARBİ): Mayınların belli bir plana bağlanmadan serilmesi
- tile laying
- (İnşaat) çini döşeme
- track laying vehicle
- (Askeri) TIRTILLI ARAÇ; PALETLİ ARAÇ: Aracın iki yanına monte edilmiş iki palet üzerinde hareket eden araç. Tırtıllı bir araç yüksek hareket kabiliyetine sahiptir. Genellikle silahlarla donatılmıştır ve zırhlıdır; taktik amaçlarla kullanılmak üzere imal edilmiştir. Tanklar, tırtıllı araç tipidir