korkutma

listen to the pronunciation of korkutma
التركية - الإنجليزية
threat

No one threatened Tom. - Kimse Tom'un gözünü korkutmadı..

frightening
intimidation
turn
terrorization
horrifying
startling
{i} dismaying
hazing
korkutmak
frighten

I'm sorry, I didn't mean to frighten you. - Üzgünüm, seni korkutmak istemedim.

I didn't mean to frighten you. - Seni korkutmak istemedim.

korkutmak
scare

Sorry, I didn't mean to scare you. - Üzgünüm, amacım seni korkutmak değildi.

If I wanted to scare you, I would tell you what I dreamt about a few weeks ago. - Seni korkutmak isteseydim, birkaç hafta önce rüyamda ne gördüğümü anlatırdım.

korkut
{f} frightened

The explosion frightened the villagers. - Patlama köylüleri korkuttu.

The voices coming from the jungle frightened the explorers. - Ormandan gelen sesler kaşifleri korkuttu.

korkutmak
appall
korkutmak
intimidate
korkut
frighten

The fury of the storm frightened the children. - Fırtınanın hiddeti çocukları korkuttu.

I spoke to him kindly so as not to frighten him. - Korkutmamak için onunla nazik şekilde konuştum.

korkut
{f} dismay
korkutmak
fright

I didn't mean to frighten you. - Seni korkutmak istemedim.

I'm sorry, I didn't mean to frighten you. - Üzgünüm, seni korkutmak istemedim.

korkutmak
appal
korkutmak
{f} funk
korkut
{f} frightening

This movie is frightening to the children. - Bu film çocuklar için korkutucu.

Thunder has been explained scientifically, and people no longer believe it is a sign that the gods are angry with them, so thunder, too, is a little less frightening. - Gök gürültüsü bilimsel olarak açıklanmıştır, ve insanlar onun tanrıların insanlara kızgın olduğunun bir işareti olduğuna artık inanmıyorlar, bu yüzden gök gürültüsü de biraz daha az korkutucudur.

korkutmak
{f} dismay
korkutmak
boggle
korkutmak
discourage
korkutmak
make one's hair stand on end
korkutmak
terrorise
korkutmak
(deyim) make someone's blood run cold
korkutmak
scare away
korkutmak
worry
korkutmak
gally
korkutmak
bully
korkutmak
(Argo) gallow
korkutmak
gallying
korkut
{f} horrified
korkut
{f} dismaying
korkut
{f} horrifying
korkut
horrify
korkut
{f} scared

What scared Tom the most was the thought that he might not be able to walk again. - Tom'u en çok korkutan şey tekrar yürüyemeyeceği düşüncesiydi.

She was scared by the big earthquake. - Büyük bir deprem tarafından korkutuldu.

korkut
{f} startling
korkut
{f} startled

I'm sorry if I startled you. - Seni korkuttuysam üzgünüm.

Tom is easily startled. - Tom kolayca korkutuluyor.

korkut
{f} scare

I didn't want to scare you. - Seni korkutmak istemedim.

What scared Tom the most was the thought that he might not be able to walk again. - Tom'u en çok korkutan şey tekrar yürüyemeyeceği düşüncesiydi.

korkut
startle

The noise startled him. - Gürültü onu korkuttu.

The loud noise startled Tom. - Yüksek ses Tom'u korkuttu.

korkut
intimidate

Dan tried to intimidate Linda. - Dan, Linda'yı korkutmaya çalıştı.

Don't let Tom intimidate you. - Tom'un gözünü korkutmasına izin verme.

korkutmak
startle

We don't want to startle anyone. - Biz kimseyi korkutmak istemiyoruz.

I'm sorry, I didn't mean to startle you. - Üzgünüm seni korkutmak istemedim.

korkutmak
cow
korkutmak
horrify
korkutmak
terrorize
Korkutmak
(deyim) scare the heck out of someone
korkutmak
terrify

That was enough to terrify anyone. - O herkesi korkutmak için yeterliydi.

korkutmak
(deyim) send chills up someone's spine
korkutmak
to frighten
göz korkutma
commination
korkut
terrorize
korkut
terrify

Sami was terrifying the girls. - Sami kızları korkutuyordu.

That was enough to terrify anyone. - O herkesi korkutmak için yeterliydi.

korkut
spook

I didn't mean to spook you. - Seni korkutmak istemedim.

Something must've spooked her. - Bir şey onu korkutmuş omalı.

korkut
overawe
korkut
dismayed
korkutmak
awe
korkutmak
bulldoze
korkutmak
to frighten, to scare, to cow, to daunt, to startle, to horrify; to worry; to threaten
korkutmak
threaten
korkutmak
alarm

I didn't want to alarm you. - Seni korkutmak istemedim.

korkutmak
daunt
korkutmak
to scare off/away
korkutmak
to frighten, scare; to intimidate; to alarm, give (someone) a fright
korkutmak
administer a shock
korkutmak
overawe
korkutmak
affright
korkutmak
chill
التركية - التركية
Korkutmak işi
(Hukuk) İKRAH
Korkutmak
(Osmanlı Dönemi) TAKA
Korkutmak
(Osmanlı Dönemi) TAV'İZ
Korkutmak
(Osmanlı Dönemi) İFZA'
Korkutmak
(Osmanlı Dönemi) İCAL
Korkutmak
(Osmanlı Dönemi) İD'AD
Korkutmak
(Osmanlı Dönemi) TENCİR
Korkutmak
(Osmanlı Dönemi) TAV'İD
Korkutmak
(Osmanlı Dönemi) IHAFE
Korkutmak
(Osmanlı Dönemi) TEFVİH
Korkutmak
(Osmanlı Dönemi) TEFNİD
Korkutmak
ürkütmek
Korkutmak
(Osmanlı Dönemi) TEZVİ'
korkut
Büyük dolu tanesi
korkutmak
Korkmasına yol açmak: "Yılan beni o kadar korkutmuştu ki, bakarken kuşun hesabına ondan ben korkuyorum."- M. Ş. Esendal
korkutmak
Korkmasına yol açmak
korkutmak
Kaygıya düşürmek: "Sevdiğimiz bir kadının nazarımızda meziyet teşkil eden birçok hâlleri karımız olacak kadında bizi korkutur."- H. C. Yalçın
korkutmak
Kaygıya düşürmek
korkutmak
Gözdağı vermek
korkutmak
(Osmanlı Dönemi) inzar
korkutma
المفضلات